TARAKÇI HAMİT HOCA (HAMİT KISIK) / BEKİR AKKAYA

BEKİR AKKAYA Tarih: Cum 16 Ara 2011 16:39:34 CET


TARAKÇI HAMİT HOCA (HAMİT KISIK) / BEKİR AKKAYA

Elimde “Tasavvufta Mekki Yolu” adında Mehmet Fatsa’nın yazdığı 212 sayfalık bir kitap var. Kitap “Mavi Yayıncılık” tarafından İstanbul’da 2000 yılında basılmış.

Kısaca Kitap; Tarikatlarla ilgili bilgi verdikten sonra, özellikle de Nakşibendilik’in tarihi ve gelişimi ile geniş bir bilgi içermektedir. Daha sonra da Mekki Silsilesi incelenerek Sivaslı İsmail Hakkı Toprak Hazretlerine intikal eden Mekki Silsilesinde Mevlana Halit Hazretleri’nden sonra yer alan isimler anlatılıyor.

Mehmet Fatsa’nın yazmış olduğu Tasavvufta Mekki Yolu kitabı Babam Mehmet Akkaya’nın da bağlı olduğu (B.A.) İHRAMCIZADE diye tanınan Sivaslı İsmail Hakkı Toprak Hazretlerini geniş bir şekilde incelemiş. Kitabın dördüncü bölümünde Sivaslı İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin tanınmış müritleri ile kısa bilgiler içermektedir.

Kitapta bizlerin yakinen tanıdığı Hamit Tarakcı Hoca (Hamit Kısık)’ın kısaca hayatı yer almış.

Hamit Hoca ile ilgili bilgiye başlanırken “Hamit Hoca, Korgan İlçesine bağlı Fizme Köyünden…” ifadesi yer almış. Çok önemli olmasa da Fizme Korga’na değil Kumru İlçesi’ne bağlı, şimdi ise köy de değil bir beldedir.

Hamit Hoca ile ilgili asıl giriş şöyle olmalıdır.

“Tarakçı Hamit Hoca (Hamit Kısık) Ordu’nun Kumru İlçesine bağlı Fizme Beldesi Karapınar Mahallesinden olup kabri Fatsa’da Mağazalar başında bulunmaktadır.”

Babam Rahmetli Mehmet Akkaya Hoca da Sivaslı İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Hazretlerine bağlı idi. Rahmetli Mehmet Alkan (Hafız Emmim) ve rahmetli Hafız Mehmet Buladı ile ayda bir kez Sivas’a giderlerdi.

Fizme Karapınar’dan Emekli İmam Hatip İsmail Hakkı Arş’la bir mitingten gelişimizde biz de Fatsa’nın Çaltumar Köyünde İsmail Hakkı Hazretleri’nin sohbetine katılma fırsatım olmuştu. 1980 yılından önce olan bu sohbete katılışımızda bir ormanın içersinde binlerce İhramcızadeye bağlı olan müritlerin sohbetleri hiç unutmadığım bir durumdur. O kadar insan o günün şartlarında nasıl olmuş ta bir araya gelmişti. Bugün bile hala anlamakta zorluk çekmekteyim.

Tarakçı Hamit Hoca benim köyüm olan Fizme Karapınar Mahallesindendir. Gerek annemden ve gerekse babamdan çok sayıda bilgiler duydum. Bunların bir kısmı notlarımda mevcuttur.

Tarakçı Hamit Hoca Kısugillerdendir. Halil Çavuşlar da Kısugillerdendir. Hamit Hoca Halil Çavuşlardan ve Halil Çavuşlar da Kısu Gillerdendir. Kısu Giller de Halil Efendi oğullarından olup Halil Efendilerden bir kardeş ağaç arasında kalmış bu sebeple de bu kardeşin sülalesine “Kısugiller” adı verilmiştir.

Tarakçı Hamit Hoca’nın annesi babamın halası Gülizar Hanım’dır. Tarakçı Hamit Hoca’nın Cemile Hanımdan iki oğlu vardır. Vefat eden oğullarının birinin Adı Mustafa diğerinin adı ise Ali’dir.

Tarakçı Hamit Hoca önce Hava Hanımla evlenmiş bundan iki kızı olmuştur. Hava Hanımın kızlarının biri Ayşe Hanım olup Balcu Ramadan’la evlenmiştir. Diğer kızı Emine Hanım ise Çolak’ın Ahmet Hafızla evlenmiştir.

Daha sonra Tarakçı Hamit Hoca Cemile Hanımla evlenmiştir. Cemile Hanım ise Kara Yusuf’un yiyeni Kal Abdirim’in kızıdır. Cemile Hanım’ın dört kız kardeştir. Bunlar; Emine Hanım Keşlikte Eflek’le evlenmiştir. Fadime Hanım Ünye’ye gelin gitmiştir. Zeynep Hanım Karamedin Abdullah’la evlenmiş geçen yıllarda vefat etmiş olan Hafız Mustafa Ağır’ın annesidir. Hamit Hoca’nın Hanımı Cemile Hanım birkaç yıl önce vefat etmiş kabri Fatsa’da Hamit Hoca’nın kabrinin yanındadır.

Tarakcı Hamit Hoca’nın Cemile Hanımdan iki kızı vardır. Bunlardan birisi Medine’de’ evlenen Sıttıka Hanımdır. Medine’ye yerleşmiştir. Medine’de evlenmiş kızın Hasan ismindeki oğlu Arabistan’da Komiser olup bu satırların yazarı ile dostlukları mevcuttur. Diğer kızı ise geçen hafta vefat eden Fatsa’lı Tuzcu Bilal’ın hanımı Meryem Hanımdır.

Tarakçı Hamit Hoca ile babamın arasında geçen kısaca bazı durumları sizlerle bu vesile paylaşayım.

Hamit Hoca gerçekten halk deyimi ile “ermiş” bir insandır. Hakkında bir çok efsaneler anlatılmaktadır.

Babam Mehmet Akkaya’nın anlatmasına göre;

Karapınar Camii’inde hiç cuma namazı kılmamıştır. Günün birinde babama “ Molla nerede namaz kıldın” diye sorar. Babam da ona bilgi verdikten sonra ‘sen yok mu idin’ deyince; “ Sen namaz çavuşu musun?” diye cevap verir.

Bize sık sık gelen Hamit Hoca namazları babamla birlikte kılar. Kendisi hiç imamlık yapmaz. Namazı hep babam kıldırır. Annemin anlatmasına göre babamın arkasında iken sesli gülerek namaz kılarmış. Babam “Namazda neden gülüyorsun Hoca” deyince “ Allahın huzurunda suratım asık mı durayım” cevabı verir.

Fatsa’dan Samsun’a giden arabanın şoförü Hamit Hocayı arabaya almaz. Samsun’a vardığında ise Hamit Hocayı kendilerinden önce Samsun’a vardıklarına şahit olmuştur.

Annem Fatma Akkaya Anlatıyor:

“Çok hastalanmıştım. Anamla birlikte Hocanın yanına gittik. Hocaya bir şey söyleyemedik. Hanımı Cemile Abu’ma Anam “ bu kıza bir okusa” dedi. Kendisi ile biz konuşamazdık. “Ben muskacı değilim” diyerek bizi kovdu. Ama biz dışarı çıktık kapıda bekledik. Sonra yanımıza geldi. Ayak üstü üç küçük kağıda bir şeyler yazdı. Bunları benim dediğim gibi üç gün uygulayın. “Sende olan cin ise de şeytan ise de kalkar gider” dedi ve bize verdi. Sonra onun dediği gibi yaptık. Bir hafta daha

ağır hasta oldum. Bir hafta sonra hocanın dediği gibi hiçbir şeyim kalmadı.

Defalarca Hacca gitmiş ve hatta bir kızını Medine’de bir Arapla evlendirmiş olmasına rağmen kendisine “Hacı” dedirttirmemiş ve kendisine “hacı” diyenlere hep tepki göstermiştir.

Sesi ince çıkan Hamit Hoca hiçbir işine kimseyi karıştırmamıştır.

At sırtında Fatsa, Ünye, Terme ve köylerine götürülür halk onu hiç bırakmazdı. “Mala” karşı hiç düşkün olmayan Hamit Hoca, Tarak, beşik gibi şeyler yapar satardı.

Rahmetlik Babam Anlatmıştı. Notlarımdan;

Hocayla birlikte Dikmecideki Yukarı Mezarlığın yanından geçiyorduk. Tam mezarlığın ortasındaki yoldan geçerken bana dönerek “Molla Memet; Ben daha önceden burada evliya kabri yok zannederdim. Ama varmış” dedi.

Babam “Kimmiş Hoca diye sormadığıma hala pişmanım ” derdi.

Babamın anlatmasına göre Abdi Hoca ile Hamit Hoca çok sık görüşürlermiş. Hamit Hoca , Abdi Hocanın koyun beslemesini ve evde koyunların yanında köpek bulundurmasını hiç hoş karşılamamıştır.

Babam ve annemden aldığım bilgiye göre Ünye- Fatsa arasında Trafik kazasından vefat etmiştir.

Son bir not:

Halil Efendi oğullarının Doğu Beyazıttan geldiği söylenilir. Dedelerimiz Doğubeyazıttan gelirken beraberlerinde bir de sülalelerini temsil eden “bir de kılıç” getirdikleri ifade edilir. Bu kılıç en son Hamit Hocaya zimmet edilmiştir. Ben bu kılıcı Hamit Hocanın Ali oğlundan torunu Rahmetli Ahmet Namık Kısık’ta bizzat gördüm. Kılıcın üzerinde Arapça yazılar mevcuttur. Ve evde sandık ve kılıfında korunuyordu. Bugün bu kılıcın mevcudiyetinden hiçbir bilgim yoktur. /B.A)

Mehmet Fatsa’nın yazmış olduğu Tasavvufta Mekki Yolu kitabında” Hamit Hoca’nın Hayatı Şöyle Anlatılmıştır.

HAMİT TARAKÇI HOCA

Hamit Hoca, Ordu İline bağlı Korgan İlçe’sinin Fizme Köyündendir. Tarak imal ettiği için “Tarakçı Hoca” adıyla tanınmıştır. Çocuk denecek yaşta Mutsa Rumi ile tanışmış ve ona intisap etmiştir. Bir ara Tokat’ta eğitim görmüş, asıl eğitimini, Çorum’da Mutsa Rumi’nin Medresesinde tamamlamıştır. Manevi eğitimi de tamamlamış olmasına rağmen, irşad görevi verilmemiştir. Bu durumu onu tanıyanlar, sert mizaçlı olmasına bağlıyorlar.

Çorum Şeyhi vefat edince Mustafa Haki’ye, o vefat edince Mustafa Taki’ye , sonra da İhramcızade’ye intisap etmiştir. Birkaç defa hacca gittiği bilinen Hamit Hoca’nın, bir ara Medine”ye yerleştiği ancak, Mustafa Haki Efendi’nin oğlu Bahaeddin Efendi’nin isteği ile Anadolu’ya tekrar döndüğü ifade edilir.

Vefatından sonra Fatsa’ya defnedilen Hamit Hoca’nın, Mekki yolunun ihvanları arasında anlatılan bir çok menkıbesi vardır. Velayeti konusunda tanıyanların müttefik olduğu Hamit Hoca’nın Sivas toprağına ayak basıp “Ziyaretimiz makbul oldu, dönelim gardaşlar” sözüne karşılık, aynı anda Sivas’ta bulunan İhramcızade’nin de “Hamit Hoca bizi ziyarete geldi, gitti” dediği rivayet edilir. (Kitabın Dip Notu: Mevlüt Efendi, Niksarlı Hafız Ali ÖRS)

HAMİT TARAKÇI HOCA’DAN BİR NAZIM

Hüner İbraz gibi halka kötü bir ar olmaz

Anın içün hüner ehli ebedi olmaz.

Paredir dini ile imanı bu gün ekserinin

Ehl-i küfre dahi bundan zünnar olmaz.

Geçemez kimse paresinden dahi geçmez olsa

Bu gözümün gördüğü şeydir bu da inkar olamaz.

Cümle sermest Ehl-i şarab-ı emel olmuş dostlar

Bin nasihatla biri cüz’ünce heşyar olamaz.

Buhl-u gururu cihanı ne acep tutmuştur.

Bunu bilmez ki yarın bundan eşed nar olamaz.

Ne kadar kılsa namaz, varsa riya zulüm ehli yine

Kafirdir hakikatten o dindar olamaz.

Ne kadar teali bize hasutlarımız

Korkma Allah’a dayan üstüne hünkar olamaz.

Gerçi fadl ehli bugün kendini ihfa tutmuş

Gün yüzüne balçıkla tutmağ ile cihan tar olmaz.

Kangi derviş ile molla açar el nadana

Bu gibi iki cihanda kötü bir kar olamaz.

Ne’ne lazım halkın sana şu’uli ey Fizmeli

Bir bakılırsa bu senin gibi sersâr olamaz. (Kitaptaki Dip Not: Şiir İbrahim Gökçe’den Alınmıştır.)
Tarakçı Hamit Hoca (1)

Tarakçı Hamit Kısık Hoca – Fizme Beldesi- Karapınar Mahallesinden keramet sahibi aynı zamanda tarakçılık ve beşikçilik yapan bir kişidir. Defalarca hacca yaya olarak gidip gelmiştir. Hakında bir çok keramet anlatılır. Kabri bugün Fatsa’da Mağazalar Başı’ndadır. Ayrıca bu ailede Doğubeyazıt’tan gelenler tarafından hatıra olarak bırakılan bir kılıç mevcuttur. (2)
Kısada olsa Tarakçı Hamit Hoca ile ilgili bazı bilgileri ifade etmeye çalıştım. Hamit Hoca ile ilgili babamdan duyduğum notları inşallah daha geniş olarak sizlerle paylaşma imkanı bulurum. Şimdilik hoşça kalınız. Bekir AKKAYA/ 10 Aralık 2011/ KUMRU TV

KAYNAKLAR:

(1) –Mehmet Fatsa – Tasavvufta Mekki Yolu

(2) –Bekir AKKAYA- Fizme’yi Tanıyalım- http://www.fizme.com 

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Kiraz Hoca’yı Ziyaretimiz / Bekir AKKAYA


Benimde yer aldığım Kiraz Hoca’yı ziyareti  konu alan  Ekrem Saygı’nın“ Anılarda Kalanlar Yazısı”nda  anlatılanların  yanlışlığı benim bu yazıyı yazmama neden oldu. Üstelik söz konusu bölgemizin en önemli simalarından Rahmetli Korgan’lı Kiraz Hoca Mehmet Akkiraz Hoca’dır. Ve bizler Kiraz Hocanın son zamanlarında elini öperek duasını almış üç kişiyiz. Bizim ziyaretimizden sonra çok da yaşamadı. Allah Rahmet eylesin. 

            Ekrem Saygı yazısında belirttiği gibi Mustafa Çaya,  Ekrem Saygı ve ben Bekir Akkaya birlikte rahmetli Kiraz Hoca ( Mehmet Akkiraz)’ı ziyarete gittik. Ziyaret nedenimiz ise  benden kaynaklı olup bilinçli bir ziyarettir.
            Hocamızı ziyaretimizden bir gün önce Cuma akşamı Felsefe Öğretmeni Ramazan Uzuntarla’nın evine makine mühendisi çok değerli bir
misafir gelir. Bu nedenle Öğretmenimiz Ramazan Uzuntarla misafiri ile birlikte sohbet etmek maksadı beni de evine davet etmişti.       

Mühendis ağabey İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu olup rahmetli Necmettin Erbakan Hoca’nın da arkadaşıdır. Kendisi Refah Partisi Karadeniz Bölgesinden sorumlu parti müfettişidir. Karadeniz’de bütün il ve ilçeleri dolaşarak Refah partisini teftiş etmektedir. Bir gün önce de Korgan ilçesine gitmiş Rahmetli Erbakan’ın elini öptüğü Kiraz Hocayı ziyaret ederek onun elini öpmüş ve duasını almıştır. 
            Ben o akşam İlgili mühendis ağabeyden Kiraz Hoca ile ilgili hiç duymadığım kadar bilgi aldım. Kumru’nun Fizme köyünden olan ben burnumuzun dibinde Korgan ilçesinde bulunan bir ulemayı ziyaret etmemekten utandım. Ve o akşam sohbetten çok etkilendim. En kısa zamanda da  ziyaret etmeye karar verdim.
            Rahmetli babam Mehmet Akkaya Hoca’dan Kiraz Hoca’nın tasavvuf yönüne dair çok sohbetini dinledim. Sivaslı İhramcızade İsmail Toprak Hazretleri ile Kiraz Hoca’nın ilişkilerine dair bir çok sohbete şahit oldum. Babam Sivas’a bağlı bir tasavvuf ehli kişi idi. Annem de öyle. Kiraz Hoca bana yabancı değildi ama hiçte ziyaret etmemiştim. Ama şimdi karar verdim ve ziyaret edecektim.       
Bir gün sonra cumartesi. Mustafa Çaya ile Ekrem Saygı bize geldiler. Uzun sohbetten sonra “akşam misafirlikte makine mühendisi ağabeyin Kiraz Hoca ile ilgili anlattıklarını” onlara aktardım. Ve birlikte Kiraz Hoca’yı ziyaret etme kararı vererek Korgan’a Kiraz Hoca’yı ziyarete gittik.
            Hocanın evine gittiğimizde hasta olduğunu söylediler ve bizi uzunca beklettiler. Biz de ısrarla görüşmek istedik. Sonunda ahşap bir merdivenden çıkarak hocanın odasına götürdüler. Küçük bir oda ve hoca bizi yatakta oturduğu halde karşıladı. Hasta olduğu her halinden belli idi. Odada küçük bir soba yanıyordu. Ve oda sımsıcaktı. Odada bizim üçümüzden başka kimse yoktu.
           

İlk girdiğimizde her birimiz Kiraz Hoca’nın elini öptük. Her birimize tek tek “Hoş Geldiniz” dedi.  Yatağın içerisinde oturuyordu. Bizlerde dizlerimizin üzerine yere oturduk. Uzun sohbetin ardından bizlere ziyaret sebebimiz sordu. Biz de kendisine “içimizde huzursuzluk olduğunu, ibadetlerimizi isteyerek yapamadığımızı, kendilerinden dua talep ettiğimizi” söyledik. Önce Mustafa Çaya’yı sonra beni daha sonra da Ekrem Saygı’yı tek tek yatağın üzerine ve dizinin dibine oturtarak sağ elini gömleğimizin içine sokup kalbimizin üzerine koyup bizlere dua okudu. Bu eylemi her birimize ayrı ayrı yaptı.

Sonra da üçümüze birden “sizlere özel okuyorum, bunu kimseye söylemeyin “Kiraz Hoca bize okudu” demeyin, yoksa herkes kapıda kuyruk oluşturur.” Dedi. 
            Daha sonra geç vakit Korgan’dan Kumru’ya geldik.
            Yazı içerisinde Ekrem Saygı’nın diğer değerlendirmelerine söylenecek söz bulamıyorum. Değerlendirmeler tamamen saçma.  Bu yazıyı  adım geçtiğinden değil, Kiraz Hoca’nın adının geçmesinden kaynaklı olarak kaleme aldım. Ekrem Saygı benim “köşeye çekilmediğimi” bu yazıyı okuduktan sonra anlar. Arkadaşım Ekrem’e benim önerim “başkaları ile ilgili kanaatlerini kendisine saklamasını, tasavvuf, şeyh ve mürit ile ilgili söylemlerini tekrar gözden geçirmesini, Kiraz Hoca ile ilgili ufacık bir araştırma yapmasını, en azından  GOOGLE  AMCAYA “Kiraz Hoca Korgan”yazıldığında 14.600 sonucun çıktığını, özellikle üçüncü şahıslarla ilgili hatıralarını yazarken duygularını ve zaaflarını yazıya katmamasını özellikle öneririm.
            Selam ve saygılarımızla.
Ekrem Saygı’nın İlgili Yazısını Okumak İçin :    http://bekirakkaya.blogspot.com.tr/2017/11/anilarda-kalanlarekrem-saygi.html
           
                                      Kiraz Hoca Kimdir?
            Mehmet AKKİRAZ (1898-1997)
1898 yılında Korgan’da doğan Mehmet AKKİRAZ, halk arasında “Kiraz Hoca” namiyle tanınırdı. Babasının ilme verdiği önem ve değerin ışığında yörede bulunan mahalli medreselerde çeşitli hocalardan dersler aldı. Daha sonra zamanın alimi Fizmeli Abdurrahman Hoca’nın medresesine kaydolarak oradan dört yıla yakın çeşitli dersler aldı.
          1.Dünya Savaşını’nın çıkması ile birlikte askere alındı. Askerde bulunduğu sırada “tifo” hastalığına yakalandı ve kurtuluş ümidi olmadığından askerliği üç yıl ertelendi. Yakalandığı bu hastalıktan kurtularak askerlik görevini tamamladı. Vatani görevinin bitiminden sonra resmi görevli olarak Korgan Merkez Camii imam-hatipliğine atandı. Aynı yerde bu görevine 54 yıl devam etti.1973 yılında da rahatsızlığı nedeniyle kendi isteği üzerine emekli oldu.   
  Korgan’a imam olarak atandıktan sonra buraya Merkez Cami’yi inşa ettirdi ve Korgan’ın kurulmasına katkıda bulundu. Daha sonra ilçe merkezi, mahalle ve köylerinde cami, Kur’an Kursu ve okul gibi birçok binanın yapılmasını sağladı. Emekli olduktan sonra da bu faaliyetlerine devam eden Kiraz Hoca ilçenin birlik ve beraberliği için her zaman gayret gösterdi. Bunun için vakıf ile sosyal, okul ve hayır derneklerinin kuruculuğunu yaparak bu derneklerin faaliyetlerine devam etmesini sağladı.
Bütün bunları yaparken dini açıdan da ilçe ve yörede rehber olmuş alim bir kişiliğe sahiptir. Bu vasfından dolayı da tüm yörede ve Türkiye’de tanınan ve ziyaretçisi eksik olmayan bir kişi olmuştur.
             Kiraz Hoca 16 Haziran 1997 günü hayatını vakfettiği Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.
  Bekir AKKAYA / 13 Aralık 2017/ Kumru
******

©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

Ömer Fatsa Hoca /Ahmet ÇAPKU

Kumru Haber’in Notu :
Sitemizde Araştırmalarını yayınladığımız Kumru’lu Hocamız Ahmet Çapku’nun son çalışması olan Kumru’muz’un yetiştirdiği büyük alimlerden ve Halil Tatlıgül Hocamızın ilk Hocası Ömer Fatsa’nın Hayatını sizlere sunmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Kumru Haber olarak Değerli Hocamız Ahmet Çapku’ya  gayretlerinden dolayı Allah Razı olsun diyor, yeni araştırma ve inceleme yazılarını bekliyor, Kumru kültürüne katkı yapan dost ve ziyaretcilerimize Kumru’dan sevgi ve saygılarımızla selamlarımızı iletiyoruz.                            Bekir AKKAYA **21 Eylül 2007/Kumru**

AHMET ÇAPKU HOCAMIZDAN ÖMER FATSA HOCA’NIN HAYATI

ÖMER (FATSA) HOCA

Ne zamandır memleketimizin tanınmış âlimlerinden Ömer (Fatsa) Hoca’nın hayat hikayesini kimlerden nasıl temin edebilirim diye düşünürdüm. Bu isteğimin düşünceden fiiliyata geçmesine Remzi (Kınalı) ağabey destek çıktı ve bu fakire kılavuzluk etti. Remzi ağabeyin yakın çevresinden Mahmut Güneş ve İsmail Yazar beyler de Hoca’nın yaşamış olduğu Çokdeğirmen Köyü’ne giderken bize eşlik ettiler. Ömer Hoca’nın tedris hayatına dair bilgi temininde İsmail ve Mustafa (Fatsa) amcalar ile Mehmet (Fatsa) bey cömert davrandılar. Misafirperverlikleri her türlü takdirin üstündedir. Cümlesine şükranlarımı arzederim.
…   
Fatsalıoğulları denilen bir aileye mensup olan Ömer Hoca’nın dedeleri Fatsa’nın Meşebükü denilen yerinden Çokdeğirmen’e gelip yerleşmişler. Soy isimlerinin Fatsa oluşu herhalde bununla ilgilidir. Babası Ali Efendi, annesi Fatma hanımdır. Hoca’nın doğum yılı olarak 1936 yazılı mezar taşında. Fakat öyle anlaşılıyor ki, birkaç sene de gizli (kayda girmemiş) yaşı vardır. Fatma hanımın erkeden vefatı sonrası babası ikinci evliliğini yapmıştır. Dolayısıyla henüz üç yaşlarında iken annesi vefat eden Ömer Hoca’nın hayatında üvey annesi tarafının mühim bir yeri vardır. Şöyle ki, Ömer Hoca, Akçaalan Köyü’nde biraz zengin olan üvey annesinin babasıgilin hayvanlarını gütmeye verilmiş küçük yaşlarda. Tabi orada iken müderris Hacı Ali Efendi ve Yusuf Efendi gibi büyük âlimlerden ders okuma imkanı bulmuştur. Böylece onun tahsil hayatı da başlamıştır denilebilir. Medrese usulü ders okumaya başlayan Ömer Hoca’nın tahsil hayatında mezkür hoca efendilerin yeri fevkaladedir. Yusuf Efendi’nin Ordu’nun ilk müftüsü olduğu söylenir. Hepsi birer müderris olan Abdi Hoca, Yusuf Efendi ve Hacı Ali Efendi’nin 1957 yılının Eylül’ünde peşpeşe birer hafta ara ile vefat ettikleri bilinmektedir. İlk önce Hacı Ali Efendi’de okuyan Ömer Hoca, daha sonra Akçekese Köyü’nde talebe okutan Yusuf Efendi’ye talebe olmuştur. Yusuf Efendi Ordu’ya il müftüsü olarak gidince Ömer Hoca ile birlikte Yemişken’li Harun Hoca, Ergen’li Basri Hoca da Yusuf Efendi’nin peşinden onda okumaya gitmişler. Öyle anlaşılıyorki bu kişiler daha önce Akçekese’de onda okuyan talebeleriydiler. Ordu’da birkaç yıl talebelik hayatı devam etmiştir. Ancak Ordu’ya gitmeden önce kendi köyünde Batum’lu İshak Hoca denilen bir âlimden de dersler aldığını görürüz Ömer Hoca’nın.
Yusuf Efendi’nin vefatı sonrası köyüne (Çokdeğirmen) dönen Ömer Hoca’yı, Amcası İsmail Efendi Samsun’a gönderir ilim tahsiline devam etmesi için. Fakirlik sebebiyle babası onu okutmaya taraftar olmasa da amcası İsmail Efendi, yeğeni Ömer Efendi’nin okumasında ısrarcıdır. Öyle ki; ‘Yeter ki siz okuyup ileriye gidin, bizim gibi buralarda kalmayın’ diyerek çeketini ve ayakkabısını çıkarıp yeğenine verir fakirliğin hüküm sürdüğü o zamanlarda. (Bu konu dile getirildiğinde İsmail amcanın, gözyaşlarını tutamadığını buraya kaydedelim). Talebe Ömer Efendi’nin ilme düşkünlüğünü şu hatıra bize çok iyi anlatır. Oğlu Mehmet beyin ifadeleriyle:
-“Talebeliği sıkıntılı geçmiş babamın. Dedem onu okutma taraftarı değilmiş. Fakirlik, yalnızlık her şey var işin içinde. Arazi var, çalışmaya adam lazım tabi. İsmail amcamın onda çok emeği vardır. Üzerindeki çeketi, ayakkabısını çıkarıp ona vermiş ve onu okumaya göndermiş. Batumlu İshak Yılmaz hoca var burada. Onda Arapça okumaya gidiyor. Bizim burada değirmen çok imiş o zamanlar. (Köyün adı da oradan gelir). Orada babama mısır çuvalı veriyorlar git bunu öğüt ve geri getir diye. Ömer Hocamız bunu zevkle alıyor. Bu arada kendi dersini yapıp mısırı öğütüp geri götürüyor. Ki böylece ona, hocasında yeniden ders alma fırsatı doğmuş olduğundan o, bu işi zevkle yapıyor. Bana yük taşıtıyorlar diye düşünüyor değil, bunu, yeniden bir ders okumak açısından bir sebep olarak biliyor. Okumaya müthiş düşkün!”
Yolların bile henüz tam olmadığı o yokuşlu bayırlı yerlerde sırtında mısır çuvalıyla nice kere yollar tepmiştir ilim uğruna yaşıtlarının oyun oynaşta olduğu çağlarında. Yusuf Efendi’nin vefatı sonrası köyüne döner Ömer Hoca. Bundan sonraki tahsil hayatının özetini İsmail amca şöyle dile getirir:
“Buraya geldi daha sonra. Samsun’da İskender Efendi’ye gideceksiniz dedim onlara. Sizi müftü İskender Efendi talebeliğe almazsa yine gideceksiniz, dedim. Almadı mı yine gideceksiniz, dedim. Dediğimi yapıyorlar. Hoca da aynısını yapmış onlara. Yani talebeliğe kabul etmemiş. Ben hocanın almayacağını tahmin ediyordum. Bunun üzerine onlar bir adres alıp Sivas’a gidiyorlar. Orada Süleyman Efendi var galiba. Orada bisel/biraz kalıyorlar sonra da Konya’ya geçiyorlar. Orada Hasan Arıkan diye bir hoca varmış. Orada da okuyor. Menderes sonrası ihtilalle birlikte orası dağılmış tabi. Böylece o da buraya, baba vatanı köyüne döndü.”
            1960 İhtilaliyle dağılan Konya’daki kursları Ömer Hoca’nın tahsil hayatının da sonu olmuştur denilebilir. Zira daha sonraki aşamada köyüne dönen Hoca, bundan sonraki aşamada kendisine bir yol haritası çizmenin peşinde olmuştur. İhtilal öncesi askerliğini yapmıştır.  Acemiliğini Samsun’da, usta birliğini Amasya’da sıhhiye eri olarak vatanî görevini ifa etmiş, askerlik sonrası Konya’ya gitmiş tahsiline devam için. Ancak ihtilal o ve arkadaşlarının tahsil hayatında herhalde bir tür dönüm noktası olmuştur. Köyüne döndükten sonra evlenmiş ve bulunduğu yerde talebe okutmaya başlamıştır. Artık meyveye durma zamanıdır Ömer Hoca için. Bu noktayı da İsmail amcadan dinleyebiliriz:
– “Daha sonra Ömer Hoca buraya geldi. Bunun üzerine buraya her taraftan talebe geldi. Niksar, Terme, Ünye, Bafra, Fizme ve çevreden. Talebeleri burada evlere ikişer üçer kişi dağıttık. Bizde ve Hoca’nın evinde bile iki üç talebe kalırdı. Elli altmış talebe oldu. Hafızlar on onbeş kişi, burası şenlendi. Yaş olarak hocadan büyük olanlar bile vardı. Ali Peru da burada okudu. Aşağıdaki mescitte. Belalanlı Mehmet hafız da orada Ali Peru ile ders okudu.”
Sayıları artan talebeleri köydeki evlere yatılı usulü yerleştirmek ayrı bir problem olduğu gibi dağınık evlerde kalan talebelerin mektebe gelip gitmeleri ve onların disipline edilmeleri de başka bir sıkıntı kaynağı olmuştur. Burada bir hususa dikkat çekmemiz uygun düşer. Remzi Kınalı ağabeyin ifadelerine göre eskiden beri Kumru civarında Fizme ve Çokdeğirmen köyleri dini ilim tahsilinin üst seviyede yürütüldüğü iki önemli yerleşke olagelmiştir. Herhalde bunun bir neticesi olsa gerektir ki, mezkür köylerin sakinleri, şayet köylerinde bir mektep varsa ve oraya köyün dışından bir talebe okumak için gelmişse o talebeyi kendi evlatları gibi bağırlarına basmışlar, onun iaşe ve ibatesi (geçim ve barınma) ile doğrudan ilgilenmeyi kendilerine vazife addetmişlerdir. İsmail amcanın ifadelerinde de bunu görmek mümkündür. Sonraki aşamada talebelerin daha rahat ve bir arada barınmalarını temin için yatılı bir kurs yapımı gündeme gelmiştir. Yerleri kurs yapımına müsait olan kimi köylüden yer istendiğinde onlar, dedikodu olur düşüncesiyle çekimser kalmışlar. Bunun üzerine İsmail amca, Ömer Hoca’nın talebe okuttuğu kursun yerini vermiştir. Ancak Hoca’yı çekemeyen bir kısım insanın dedikodusu da başlamıştır Ömer Hoca kendisine ev yaptırıyor diye. Tuğlanın ve bugünkü manada ev yapım malzemelerinin köylerde henüz tam bulunmadığı o yıllarda çevre köylerden kereste toplanarak kurs inşasına başlanır. Taşıma usulüyle ta Divanî’den bile kereste getirilir. Bu işe yardımcı olmaya çalışanlar canla başla meseleye el atarlar. Kereste veren köylüler, verdikleri keresteleri kendilerine komşu köyün sınırına kadar taşırlar. Onlar bir sonrakine ve böylece keresteler kurs inşaatına kadar getirilir. Türlü çeşit zahmetler içinde yapılan bir yatılı kurs böylece inşa edilir. İçinde talebelere ekmek pişirmek için fırın da bulunan kursa köylüler aynı zamanda odun taşıyarak ve kursun erzak ihtiyacını gidermeye çalışarak da yardımcı olurlar. Hoca’nın maaşını aralarında toplayıp tedarik ederler. Gerçi Çokdeğirmen Köyü, Ömer Hoca’nın baba vatanı olduğu için, Hoca, kendi tarlalarında çalışarak insanlara yük olmamaya gayret etmiştir şüphesiz. Bu arada muhalefet edenler her zaman ve her yerde mevcuttur. Orada da aynı hüküm kendini göstermiştir. Bu konuyu, Hoca’nın görev yaptığı camide, cami hizmeti mirasını devam ettiren oğlu imam-hatip Mehmet beyin ağzından dinleyebiliriz:
-“Talebeleri okuturken yaşadığı sıkıntıları pek dile getirmezdi babam. Burada hoca iken de sıkıntıları

olmuş tabi. Kur’an kursu inşa edilirken muhalif güçler, onun hakkında; o kendisine ev yaptırıyor siz ona niçin yardım ediyorsunuz yaygarası koparmış. Kur’an kursunun dışında bacayı görenler, işte derlermiş, ev yaptırmış! Bu baskıdan kurtulmak isteyen Ömer Hoca, oraya bir minare yaptırmış sacdan. Ufak bir rüzgarda o minare sallanır dururdu ben küçükken.”

1961 sonrası köyünde Kur’an hizmetine kendini adayan Ömer Hoca, 1965 sonrası, içinde yaklaşık 25 yıl hizmet vereceği kursa taşınmış olur. Nice şöhret olmuş, isim yapmış bölge hocalarının ilk durak yeri, denilebilir ki Ömer Hoca’nın rahle-i tedrisi olmuştur. Halil Tatlıgül Hoca, Paşa Hoca (Bahri Süme), Hikmet Saylan Hoca gibi nice zevatın ilk durak yerleri Çokdeğirmenli Ömer Hoca’dır. İlim tahsili için oradan dağılmışlar Rize’ye ve başka yerlere. Hatta Çatak’a hoca olarak ilk defa istenen kişi de Ömer Hoca olmuştur. Ancak o, talebesi Halil Hoca’nın Çatak’ta ilim tedrisi için uygun bir kişi olduğu haberini göndermiştir Çataklılara. İlk zamanlarında Ömer Hoca’nın kursunda okuyan Halil Hoca, kursta derslerine devam ederken hocası tarafından ilkokula da gönderilir. Böylece hem dini hem de müsbet ilimler açısından tahsil hayatı çift yönlü devam ettirilmiş olur. Biz bu metodun orada sadece Halil Hoca için değil diğer talebeler için de uygulandığını görürüz. Halil Hoca’nın babası Çokdeğirmen Köyü hatibi Ali Efendi, oğlunu daha sonraları Samsun’a ve Trabzon’a götürür. Ancak Ömer Hoca ile Halil Hoca’nın irtibatı hep devam etmiştir nezaket çerçevesinde. Öyle ki, askerden izine gelen Halil Hoca, baba evine gitmeden önce hocasına uğrar, elini öper, ondan müsaade alıp öylece evine yollanırmış. Şairin: ‘Ehli dîl birbirin bilmemek insaf değil’ sözünü bu iki hoca arasında şu şekilde düşünebiliriz: İki gönül/dîl ehli insan birbirini çok iyi anlamış ve karşılıklı olarak birbirinin değerini çok iyi takdir etmişlerdir.
Onbeş yıl kadar çok sıkı, ciddi ve kaliteli bir eğitim süreci yaşanmış Ömer Hoca’nın kursunda. Bir ara sayıları yüzyirmilere çıkan talebeler arasında on onbeş kadar da hafızlık çalışanlar vardır. Artık o bölge, talebelerin Kur’an sesleriyle dolmakta, gönüllü olarak oraya gelen nice talebe harıl harıl ders çalışmakta, köylüler ise onların eğitim hayatında ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olmaktadır. “Ya âlim ol, ya talebe. Ya onlara yardımcı olan ol ya da onları seven. Beşincisi olma helak olursun!” hadisini o bölge insanı için bu manada hatırlayabiliriz. Yatılı talebe nesli kesilince Ömer Hoca, hizmet ettiği yere, üçte iki maaşla vekaleten resmî imam-hatip olarak atanmıştır. 1974’lü yıllarda ise vekalet asalete dönüşür. Yatılı talebe kalmasa bile Ömer Hoca, 1991 yılında vefatından üç ay öncesine kadar gündüzlü talebe okutmaya hep devam etmiştir 30 yıl boyunca. Onun hizmet alanı daha çok Kur’an eğitimi ve Arapça öğretimi şeklinde olmuştur. Kendisi hafız olmadığı halde iyi bir okuyucu (kârî) imiş oğlu Mehmet beyin ifadelerine göre. Son üç ayında talebe okutmaktan mahrum kalışı ise hastalığı sebebiyle hastaneye yatmış olmasıyla ilgilidir. İlginçtir ama kendisi sigara içmediği, içenlerin yanında bile bulunmaktan çekindiği halde akciğer kanserinden dolayı vefat etmiştir. İlahi yazgı/kader denilen inanç herhalde bu tip hadiselerde daha iyi anlaşılan bir şey olsa gerektir. Allahü a‘lem…
İyi bir baba olmuştur Ömer Hoca. Bugün Ahmet-Mehmet-Muhammet isimli üç oğlu da imam-hatip olarak insanımıza hizmet etmektedir. Pekiyi gerek aile içinde gerekse talebelerine karşı nasıl bir tavır takınmıştır sorusuna şu şekilde cevap alırız: Tatlı sert bir üslup. Ömer Hoca’nın taktiği bu minval üzere olmuştur. “Babam sıkı bir aile babası idi. Tatlı sert, disiplini ve prensibi olan biriydi. Sevilmesi gerektiğinde seven ama terbiye adına dövülmesi gerektiğinde de döven bir insandı. Talebelerini döver miydi bilmem ama Allah ellerine nur indirsin ders vermediğimde beni döverdi. Bizden her gün ders isterdi. Bize şunu derdi: Bakın oğlum, ben sizden bir şey istemiyorum. Sadece ders istiyorum. Dersinizi verin gerisi size aittir, derdi.” diyor oğlu Mehmet bey. Yemek seçmeyen, sofra adabına hassasiyet derecesinde ihtimam gösteren ve böylece etrafındakilere örneklik teşkil eden bir tutumu olmuştur Ömer Hoca’nın. Diyelim sofraya beş çeşit yemek konulmuştur. Hoca, yemek kaplarından birini önüne çeker, önündeki tabak bitmeden diğerine kaşığını götürmez. Düşen ekmek kırıntıları şeytana nasip olmasın diye onları parmaklarının ucuyla toplayıp yer. Hatta sofrada başkalarının önündeki ekmek kırıntılarını bile hiçbir kibir emaresi taşımadan toplar.
            Kurs hayatında ve namazlarında sarık takan Hoca, şehire veya başka yerlere giderken normal bir insan gibi giyinir. Güzel, bakımlı ve cins atlara binerek bir yerlere gitmek onun hobileri arasındadır. Abdi Hoca’da görülen türlü çeşit meyve dikip onları yetiştirme hasletini Ömer Hoca’da da bulmamız mümkündür. Giyim kuşamına dikkat eder. Siyasi konularda pek açık vermez. Herhangi bir kişiye bu konuda yön tayin etmez. Ancak onu bilenler duruşunu da tayin edebilirler şüphesiz. Muhafazakar kabul edilen siyasi partilere yakın olduğunu söylerler. Köyde yaşadığı için gazete takip etmemiş veya edememiştir. Fakat televizyon öncesi köylerde bulunan radyodan ajansları/haberleri takip etme konusunda komşularına gittiği olurmuş. Kendisi evine televizyon almaktan çekinmiştir. Ola ki, ben evde yokken çocuklarım onu kendi istekleri doğrultusunda seyre dalarlar endişesiyle. Aslında Ömer Hoca teknolojiye karşı biri olmamıştır. İyiye kullanılırsa fevkalade güzel, faydalı bir şeydir, dermiş televizyon ve diğer teknik aletler için. Lakin özellikle televizyon kültürünün köylere kadar sirayet etmesi, yetişmekte olan nesillerin ahlakının bozulması noktasında Hoca’yı ciddi manada düşündürdüğünü söyler oğlu Mehmet bey.
            Dahası artık mihraba geçen İmam Hatip nesli cami hocalarını bu konuda ehliyetsiz değil de kifayetsiz/yetersiz görmesi onun, dikkate alınmaya değer düşüncelerinden biri olmuştur denilebilir. Şöyle ki, İmam Hatip liselerinden mezun olup cami hizmetini üstlenen tanıdıklarına hep şunları söylermiş: ‘A evladım! Tamam İmam Hatibi okudunuz fakat bu ilminizi Kur’an talimi ve Arapça eğitimi alarak istenilen seviyeye getirmeniz lazım. Ben hep buradayım. İstediğiniz zaman gelin. Gece gündüz fark etmez. Elimden geldiği kadar size yardımcı olayım.’ Öyle anlaşılıyor ki, yeni nesil imam-hatiplerin devraldığı bir imamlık ve cami hizmetlerinin kalitesi hocada tedirginlik oluşturmuş gibidir.
            Sivas veya Konya’da okurken ‘Süleymancı’ denilen çevreyle tanışmış Ömer Hoca. Sonraki yıllarında da söz konusu çevreye yakın durmuş anlaşıldığı kadarıyla. Bu yönüyle adı Süleymancıya çıkmıştır. Fakat yaşam ve düşünceleri dikkate alınırsa onun tavrını herhangi bir çevçeveye sokmak biraz zor görünüyor. Zira üç oğlunu da İmam Hatip Lisesi’nde okutmuş ve kendisi Diyanet’te görev almış, yıllarını resmî görevli bir imam-hatip olarak hizmete adamıştır. Etrafta bu şekilde tanınması, bazı soruşturmalar geçirmesine de sebep olmuş yakınlarının anlatmasına göre. Fakat herhalükarda Ömer Hoca, hayatını ilme, edebe, ahlaka, dine, devlete ve millete adamış biridir diyebiliriz. İlim ve dine bağlılık noktasında Hoca’nın, halkın dine soğuk davranmasına sebep oluyor şeklindeki bazı eleştiri alan yönleri bize, onun tutumu hakkında ipucu verir niteliktedir. Mesela teravih namazlarında da tadil-i erkana ciddiyetle riayet edişi onun hakkında şikayet konusu olmuş, bu mesele bazı insanlar tarafından Halil Hoca’ya götürülmüştür. Bunu söyleyenlere Halil Hoca’nın verdiği cevap adeta bir şamar olmuş gibidir: “Keşke imkanım olsa da bütün vakitleri Ömer Hoca’nın ardında kılsam!” Ucunda sıkıntı bile görülse dini açıdan bir mesele dile getirilmesi gerekli ise Ömer Hoca çekinmeden bunu dile getiren biri olmuştur.
    
Bir ara Elazığ’a hizmet içi eğitim kursuna gönderilen ve yaklaşık kırkbeş gün kadar orada kalan Hoca, hizmet içi eğitim kursu veren kimi hocalarla birlikte dersler yapmışlar. Onun, feraiz ilmini kursta hizmet veren bazı hocalara anlattığı ifade edilir. Bunun üzerine kendisinden ders okuyanlar: Hocam biz seni gökte ararken yerde bulduk, demişlerdir.
            Köyünde adeta bir sıhhiye gibi hizmet veren Ömer Hoca, ibadet hayatına düşkün biri olmuştur. Geceleyin seher vakitlerinde kalkıp ibadet edermiş. İki defa hacca gitmiş. Birincisinde normal hac farizasını yerine getirmiş, diğerinde ise yakın aile çevresinin katkılarıyla dedesi yerine vekaleten hacca gitmiş. Hac izlenimleri cümlesinden olarak; “Oranın halkı Efendimiz’in (sav) kıymetini iyi takdir edemiyorlar. Onu sıradan biri olarak görüyorlar” dermiş.
            Ömer Hoca, Abdi Hoca’nın, kalp gözü açık biri olduğunu söylermiş. Görev yaptığı yerde ve civar köylerde vaazlar, sohbetler vermiştir. Sohbetlerinde daha çok insanların itikadî ve şeklî açıdan dini yaşamadaki eksikliklerine vurgu yapmıştır. İslam adına doğruysa o doğruyu söylemekten çekinmeyen ve fıkhî konularda tavizsiz biri olduğu söylenir. Hoca, Kumru ve civarında cenaze ve kurak dualarına, diğer cemiyetlere imkan ölçüsünde katılmıştır. Kendi görev yeri dışına çıkıp hizmet ettiği gerekçesiyle bazı soruşturmalar geçirdiğini dile getirir yakınları. Mehmet bey: “Diyebiliriz ki, bu civarda Ömer Hoca’sız cenaze olmazdı. Adam cenazeyi bekletir Ömer Hoca’yı beklerdi. Ömer Hoca gitmezse sanki o cenazenin defni eksik kalmış hissi vardı insanlarda. Kurak dualarına falan mutlaka katılırdı ve onun prosedürlerini o çok iyi bilirdi.” Özellikle Ömer Hoca çapındaki hocaların yanına muhtelif talepler için gelenlerin bol olduğu düşünülebilir. Bu konuda Hoca’nın, şifa ayetlerini içerse bile muska yazmadığı söylenir. Fakat bu niyetle gelenlere şifahen okurmuş. Muska, halkın tabiriyle hamaylo türünden şeyler yazmamasının gerekçesi, insanların bu tür şeyleri yanlış anlayıp uygulamalarından endişe ediyor olmasıdır. Hoca’ya dair kerametvari hallerden bahsedenler de vardır. Ancak en yüksek keramet şüphesiz istikamet üzere yaşamaktır, derler. Fakat Hacı Celal Irgav amcadan naklen yine de şöyle bir hatırayı buraya alabiliriz. Karayoluyla hacca birlikte gitmekte iken Humus’ta Celal amca ile Ömer Hoca bir sabah namazı sonrası türbe ziyaretleri yapmaktadırlar. Yan yana bulunan iki kabre uğrayıp okurlar. Hoca, Celal amcaya; ‘Şunun içinde insan var ama şunun içi boş’ der. Celal amca bunu, hocanın kerameti olarak görür.
(Alttaki fotoğraf : Ömer Hoca’nın Kabri ve İsmail Fatsa)
Mezarlık kültürü açısından kabirlerin ihtişamlı oluşuna karşı olmuş. Fakat kabrin kaybolmasının önlenmesi için baş ayak taşlarının olması gerektiğine inanmıştır. Mezar taşlarının siyah olmasının faziletli olduğunu dile getirirmiş. Emekli olmak kendisine nasip olmamış Ömer Hoca’nın. 16 Nisan 1991’de Ramazan ayının 26-27. gecesi vefat etmiş, Kadir Gecesi’ne denk gelen günde ise toprağa verilmiştir. Nüfus kaydına göre 55 yaşında ve fakat kayıtlı olmayan yaşını dikkate alırsak muhtemelen 57 veya 58 yaşlarında yani ömrünün en tecrübeli ve dini bilgi birikiminin en üst seviyelerinde olduğu bir zaman diliminde. Kendisine rahmet diliyoruz. Kabri, görev yaptığı caminin hemen önünde, anne babasıyla aynı mekandadır. Caminin minaresinin dibinde her gün ezanları dinleyerek ebedi istiratgahında seher vakitlerinde bülbüllerin tesbihatına eşlik ediyordur herhalde. Hoca’nın kendi elleriyle diktiği evinin önündeki ıhlamur ağacının dibinde biraz oturup şöyle tarihin derinliklerine dalarsanız bir zamanlar oralarda koşturan, Kur’an okuyan, dini tedrisat yapan nice talebenin Ömer Hocaları riyasetinde adeta bir şehrayin meclisi kurduklarının fotoğraf karelerini görebilir, seslerini duyabilirsiniz. 
Hoca’nın kabir taşının ön yüzünde şunlar kaydedilmiştir:
Ömür boyu mihraba geçtim
Çok kardeşime kefen biçtim
Akibet ecel şerbetin içtim
Fatiha için burayı seçtim
Arka yüzünde ise şu beyit yer alır:
Kıl beni mağfiret Ya Rabbi Yezdan
Arşı a‘zam nûru Kur’an
Görüp bildiğim ihvan
Okusun Fatiha’yı ihsan[1]
Şimdi Ömer Hoca ve onun rahle-i tedrisinden geçmiş Halil Tatlıgül Hoca, Paşa Hoca (Bahri Süme) bizlerden bir Fatiha bekliyorlardır. Kaldı ki, bunu, onlar çoktan hak etmişlerdir. Rahmetullâhi rahmeten vâsia…
Kendisinden bilgi almak için Ömer Hoca’nın Ordu’dan talebelik arkadaşı, yakın dostu bir zamanlar Ordu müftülüğü yapmış Yusuf Hoca’nın oğlu Sabri Işık Hoca ile görüşmeyi çok isterdim. Dahası mezkür Yusuf ve oğlu Sabri Hocalarımızın hayat hikayelerini de bu sütunlara taşımak gönlümün isteğidir. Bu da ileride gerçek olur ümidiyle inşallah. Yanında Ömer Hoca’ya dair bilgi ve belge bulunup da bu fakire yardımcı olacak zat-ı muhteremlere şimdiden şükran borçlu olduğumu beyan ederim.
Hürmet ve muhabbetlerimle…
12. 09.2007
Ahmet Çapku

[1] Bu beyit özellikle İstanbul’da muhtelif kabir taşlarında şu şekilde kayıtlıdır: /Kıl beni mağfiret Ya Rabbi Yezdân /Bi-Hakkı arş-ı a‘zam nûr-ı Kur’ân / Gelip kabrime ziyaret eden ihvân / İde ruhuma bir Fatiha ihsan. /


©© Bekir Akkaya Blogspot Copyright 2000 ©© Sitemizde yazı, resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. Kaynak göstererek kullanmaya özen gösteriniz. Tüm metin, resim ve içeriğin hakları https://bekirakkaya.blogspot.com.tr/ye aittir. 5846 Sayılı Kanuna rağmen çalınan her türlü içeriğin hukuki ve cezai sorumluluğu çalanın kendilerine aittir. ©

KÖTÜLERLE İYİLERİN MÜCADELESİNDE KAZİM KOYUNCUN YERİ / BEKİR AKKAYA

         

 Kâinatta var olan tüm varlıklardan orijinal kalmayan hatta orijinali de tahrip edip onu bozan tek varlık insanoğludur.  Kim bilir belki de dünyaya geliş nedenimiz doğduğu gibi yaşayarak geldiği gibi gidebilme erdemini gösterebilmede saklıdır.

            Bu dünyada kirlenmeden kire bulaşmadan
ayrılabilmek ve güzel bir dünya talep etmek ve bunun mücadelesini vermek ve hayatını bu yola feda etmek yüce ruhlu insanların özelliğidir. Asıl olanda orijinal kâinatın
bir parçası olabilme ve insanın güç yetiremediği asıl sistemin bir parçası halinde bozuk olanı tamir ve bozgunculara başkaldırma ile mümkündür. İnsan olmak ve insan kalabilmek ve bu dünyadan da insan olarak göçebilmek zor bir iştir. Dünyayı bozan bozgunculara tavır almak, onların düzenlerine başkaldırmak zor bir tercih olsa da bu dünyanın asıl kahramanları yaşasalar da ölseler de yine bu zor yolu

tercih eden insanlar olacaktır.

            1972 yılında Artvin Hopa’da doğan ve 25 Haziran 2005 yılında 33 yaşında kendisini “ Devrimci” diye tanımlayan Kazim Koyuncu’dan söz etmek istiyorum.
            Karadenizli bir müzisyen olarak tanıdığım Kazim Koyuncu sevenleri tarafından “Karadeniz’in Hırçın Çocuğu” olarak kısa zamanda ün yapmıştır. Gerek konserlerinde verdiği mesajlarla ve gerekse özel söylemlerinde  başta insan hakları ihlalleri olmak üzere doğayı kirletenlere net tavır koyuyor  ve eylemleri ile tüm protestolarda yer alıyor ve destek veriyordu.
Geleneksel Karadeniz müziği ile Rock’n”Roll müziğini sentezleyerek kendi tarzını oluşturmuş, Türkiye’de ve dünyada Lazca-Rock yapan ilk grup olma başarısını gösteren ve bu müziği kitleselleştiren Zuğaşi Berepe, sıkı muhalif olmasının yanında Karadeniz’i bildik sloganlarından dışarı çıkarmayı da becerebilmiştir. Bu yolla “Laz” dilini sevdirmiş ve birkaç kişinin elinde dolaşan sözde “çakma” Karadeniz müziğinin foyasını da ortaya çıkarmıştır.
            Köyde doğmuştu ve köyde büyümüştü. Büyük annesinin dizinin dibinde çok mani, çok masal ve çok türkü dinlemişti. Kemençeci  Yaşar Amcasından kemençe sevgisini almış türkülerini dinlemişti. Köyünün suyunu ve ayranını içmişti. Çay toplamış çelik çomak oynamıştı. Toprak dışında hiçbir lekeye bulaşmamıştı. Ruh ve beden doğduğu gibi korunmuştu.
            Babasının çok kitap okuması ve 12 Eylül’le tanışması Kazim’e bir yol çizmişti. Haksızlığa baş kaldırıyı ve sistem karşıtlığının başlangıcı büyük ihtimal buradan başlamıştı.
            Kazim Koyuncu’nun bu durumu köyünden ve toprağından ayrıldıktan sonra hep devam etmiş kendi gibi temiz olan ve temiz kalan büyük çoğunluğun,  azgın azınlığın kirlenmelerine neden olduğunu fark ederek onlara savaş açmıştır.
            Çernobil cinayeti günlerinde Karadenizlilerle dalga geçer gibi televizyon ekranlarından çay içme seansları yapan koca adamlara karşı  uyaran Kazim Koyuncu yakalandığı  kanser hastalığında hayatını yitirerek ölümünde bile halkın sağlığı için hiçbir önlem almayan sömürü ustalarına en büyük dersi vermiştir. Bugün Karadeniz’de çok fazla olan kanser vakaları o gün Kazim Kayuncuların uyarılarını dikkatete almayan  yöneticilerin binlerce cinayeti olarak önümüzde durmaktadır.  Bugün bile Kazım Koyuncuların ölümleri ve verdiği mesajlar,  ağlamanın  ötesinde yapılan tahribatların dünyayı ve insanları yok etme planı doğrultusunda sürdüğünü ve bunlara karşı olmanın bir insanlık borcu olduğu gün gibi önümüzdedir.
             “Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları” konulu panele hasta olduğu halde konuşmacı olarak katılmıştı. Orada yaptığı konuşmada “O koca burnumu her şeye soktuğum için bu hastalığın da tanrıdan geldiğini düşünüyorum. Bir kaset yaptım, gazete çıkarır gibi yazdım. Hayatta hep gıcık işlerle uğraştım.  Her şeyin içinde bulunmak zorundaydım. Sistem bizim gibi insanları dinlemiyor. Kanser beni ilgilendirmiyor. Beni yaşamlar ilgilendiriyor. Mücadele edin. Yönetenlerden kanserden ölen var mı son dönemlerde? Ben Türkiye’de her şeyin bir sektör olduğuna inanıyorum. Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten.”  Ayrıca panelde sarf ettiği ve altını önemle çizmek istediğim“Türkiye’de bir sistem sorunu var. Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti.”  cümlesini unutmak mümkün değildir.
            Kazim Koyuncu çevre sorunlarını dert edinmiş  Ordu’dan Artvin’e kadar devam eden Karadeniz Sahil Yolu inşaatına şiddetle karşı çıkmıştır. Bugün ise durum ortada Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin’e kadar olan denizin kenarında tüm yerleşim birimlerinde sahil kalmamıştır. Denizle halkın bağı kopartılmıştır.
            Dayatılan ve doğal olmayan sistemin her yapısına itirazı vardır. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’den kurulu düzene itirazı neticesinde ayrılmış ve itirazlarını asıl sevdiği müzikle birlikte sürdürmeyi seçmiştir.
Umay Umay’la söyleşisinde filozofluğunu ortaya koymuş ve dünyada büyük çoğunluğun düşünüp de ifade edemediği ancak yaşamak zorunda bırakıldığı duruma tercüman olmuştur.   “Biliyor musun çocukluk ütopyalarımı gerçekleştirdim, hep güzel olmasını istedim hayatın ama onlar bile bana yetmedi. 
            Bu beni bazen ürkütür, bazen de içimde tertemiz olduğunu düşündüğüm vicdanımla iyi hissederim. sevmenin içine ettik, anlamı bozuldu.
            Bir kere masum sempatilerimden bahsetmem lazım. Özellikle Türkiye de herkes doktorlara sempati duyarlar. Sistemle ilgili konuşursak işler bozuluyor. Ya da bilimle ilgili konuşursak. Bilim, tıp sistemin bir parçası olursa eğer ki öyle, benim için çok da fazla bir şey ifade etmiyor. Bence iyi bir bilim adamının devrimci olması gerekiyor.
            Hayatı yönlendiren, etkileyen, değiştiren insanların devrimci olması lazım, sistemin bir parçası değil. Bilimin ışığına hep inandım ama tıp bende hayal kırıklığı yarattı. Her şeyin sadece bir standart olduğunu görmek dayanılmaz bir şey.
            Bir kanser panelinde şunu söyledim; vicdan ve cesaret bilimde yoksa benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Sadece bilgi yetmiyor. Bilginin vicdanla sınanması gerekiyor artık. Dediğim gibi devrimci olmaları, normal algının ötesine geçebilmeliler. Bu olmadığı sürece kimse tıptan fazla medet ummasın. Tabi ki önemli tıp, böbreğin ağrıması, diş ağrılarının durdurulması, acısız tedaviler ama özünde başka şeyler de var. Hayatı sonsuzlaştırsınlar, tıp ölümü yok etsin demiyorum.
            Karadeniz Sahil Yolu çalışmalarından tutun Çernobil Facialarına kadar        Karadeniz insanının tepkisizliğine vurgu yaparak  “Oralı olmak, orada yaşamak oranın farkına varmama hakkını vermiyordu o insanlara”.  Kendisinden Kürtçe şarkı istendiğinde, “Ben sizin yanınıza kendim olarak geldim. Bizim birbirimizi kabul etmemiz için, birbirimize benzememize ihtiyacımız yok.”  “Hayat çok iyi gitmiyorsa ben de mutsuz oluyorum.”  İfadesi ile birlikte “beni radyasyon değil Türkiye’nin sistemi kanser etti” cümlesi ile Türkiye’de olup bitenlere dikkat çekiyordu.
            Bu satırların yazarı bir İmam Hatiplidir. İlginçtir ki, Kazim Koyun’cu ile eylem ve söylemde aynı noktadayız.  Bağırmalarımız, çağırmalarımız ve tepkilerimiz ve karşı duruşlarımız hep aynı.
            Oysa iyiler kazanmalı ve galip gelmeliler. Böyle olması gerekirken dünden bugüne tüm dünyada hep iyiler çile çekiyorlar. Görüntü bu.
            Dünyanın azınlıklarını oluşturan iyiler kendinden olanları sevgi ile anıyorlar. Kötülerin iyilere zaten verecek bir şeyleri yok. İyiler de hiçbir zaman zalimlerden ikram ve iltifat beklemedikleri gibi verilenleri de red ederler.
            Kazim Koyuncu kısa hayatında durduğu yeri belirlerken iyi ve güzeli tercih edip bir karşılık beklemezken, benim gibiler bir nebzede olsa bir karşık bekliyor ve cenneti ümit ediyoruz. İşin doğrusu cehennemden de korkuyoruz. İstesekte istemesekte aynı yolun yolcusuyuz. Yaratan da insanları dünyada yaptıklarının karşılığına denk gelen yerin müdaimleri kılacaktır. Dünyada yaşanmışlığın tam karşılığı da ahirette  verilecektir. Bu dünyada nasıl iyilerle kötüler bir savaş halinde ise ahirette de ya cennet ya da cehennem sakinleri olarak farklı mekanların sakinleri olarak yer alacaktır. Ahirette cennet ve cehennemin sakinlerini bu dünyada söylemlerimiz ve eylemlerimiz belirleyecektir. İyilerin ruhları cennette ve kötülerin de ruhları cehennemde buluşacaktır. Şöylede diyebilirz. Bu dünyada çileyi tercih edenler cennet, bu dünyada keyfi ,sömürüyü ve hak hukuk gözetmeden yaşamayı tercih edenler cehennem sakinleri olarak yer alacaktır.
            Peygamberimiz Hz. Muhammet “ Her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.” Buyurmaktadır. Buradaki fıtrat doğan çocuğun bozulmamış orjinal ve kirlenmemeiş halini vurgulamaktadır. Ve  yine ‘’Haksızlığın Karşısında susan dilsiz şeytandır.” Buyurmaktadır. Sadece bu iki hadisten yola çıkarak insanın özünü temsil eden ruhsal yönünü kirletmeden 33 yıla sığdıran Kazim Koyuncu ve yaşadığı süre içersinde de haksızlığa baş kaldırmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
            Dünyada insanlar iki kavram üzerinden denenmek ve sınanmak için için yaratılmışlardır. Bunlar iyi ve kötü kavramlar olarak önümüze çıkar. Yaşadığımız zaman içersinde ya iyiyi tercih eder ya da kötü denilen yol üzerinde ömrümüzü sürdürürüz. Tercih insana aittir. Bütün dinlerde kötülükler ve iyilikler yaklaşık aynıdır. Evrensel İnsan Hakları denilen ilkelerde de durum pek farklı değildir.
            Doğumdan sonra insan bulunduğu ortamlara göre şekil alır. Bu durum iyi ya da kötü olarak insanda yer alır. Zamanla kötülük ya da iyilik sizinle bütünleşerek bir alışkanlık halinde bir kimlik oluşturur. O siz olursunuz. Ona göre davranır ve ona göre yaşamaya başlarız. Eylemlerimiz ve söylemlerimiz bunun bir sonucudur.
            İnsan dünyayı değiştiremese de iyi ya da kötü yaptıklarından ve söylediklerinden sorumludur. İnsan yapamadıklarından değil, yapma gücü olupta yapmadıklarından yargılanır. Zorlama dışında tercihlerimiz ve tarafımız bizi anlamlı kılar. Bu durumda Firavun olmasak ta Firavunun yanında yer almakla Firavunlaşırız. Kainatı tahrip etmek, yakıp yıkmak, cana kıymak, halkları sömürmek, mazlumları horlamak, ayrım yapmak, doğayı bozmak, her türlü canlıyı yok etmek, denizleri ve dereleri kirletmek, doğruyu söylememek, haksızlığa ve zumla karşı çıkmak tam anlamıyla Firavunların durduğu yerdir. Eylem ve söylemde bu hasletler ya Firavun olmaktır ya da Firavundan yana olmaktır. Bu tür davranış ve ve fiiller iyiliğin zıttı ve iyilerin düşmanıdır.
            Kazim Koyuncu kısa hayatında tamda iyilerin yanında yer almış ve gücü yettiğince müziğide yedeğine alarak kötülere ve haksızlıklara karşı söylemleri ile eylemleri ile bir duruş sergilemiştir.
            Ölüm denilen durum bir son ve bir yok oluş değildir. Uzun ömürlülükte bir sermaye olamaz. Yıllarla öçtüğümüzü zannettiğimiz yaşımızın hiçte önemi yoktur. Asıl olan beden ve ruhla birlikte olduğumuz dünyada ne yapıp ettiklerimizdir. Kazim Koyuncu kısa ömründe eylem ve söylem olarak fazlası ile bu dünyaya bir şeyler söylemiş belkide çok yaşayanların hiçbir şey yapmadan boşuboşuna gelip gidenlerin aksine hakkı ile görevini tamamlayarak bu dünyadan ayrılmıştır. Kazim Koyuncu’dan bugün de yarın da  alınacak çok dersler vardır. Hak ve batıl mücadelesi kıyamete kadar sürecek, kazananlar gibi gözüken kötüler kaybedecek ve iyiler eninde sonuda zafere ulaşacaklardır.
            Nur içinde yat  güzel insan…2013/Bekir Akkaya/Kumru
Bekir AKKAYA/KUMRU

**********Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dokümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer doküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.Bekir AKKAYA **********

Güzel İnsan Eski Kaymakamımız Özgür Körükçü Vefat Etti (Allah Rahmet Eylesin)

Kumru Eski Kaymakamı Özgür Körükçü’nün Vefatı Sevenlerini Yasa Boğdu

             Bir dönem Kumru Kaymakamlığı’da yapan Niğde Vali Yardımcısı Özgür Körükçü hayatını kaybetti.
           Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde ameliyat olan 42 yaşındaki Özgür Körükçü, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. 2014 Ekim ayında Niğde’de Vali yardımcılığı görevine başlayan Körükçü, evli ve 1 çocuk babasıydı. Vali yardımcısı Körükçü’nün cenazesi Nevşehir’in Avanos ilçesinde toprağa verildi. Bir dönem Kumru  Kaymakamlığı yapan Körükçü’nün vefatı, bir dönem beraber görev yaptığı mesai arkadaşları ve ilçe halkı arasında büyük üzüntü yaşattı.
           

 1975 Yılı Nevşehir Avanos doğumlu olan Özgür Körükçü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi’ni bitirdikten sonra 1998 yılında açılan sınavla Kaymakamlık mesleğine adım atmıştı. Körükçü; sırasıyla Konya-Bozkır,Bursa-Yenişehir,Rize-Çamlıhemşin ilçelerinde Kaymakam Vekilliği görevlerinde bulundu. Özgür Körükçü, Eskişehir-Günyüzü, Muş-Varto, Bingöl-Genç ve Ordu-Kumru ilçelerinde Kaymakamlık görevlerini yürüttü. Körükçü, 2008 yılı Atama Kararnamesi ile Mersin-Aydıncık ilçesine, 2014 yılında da Niğde Vali Yardımcılığına atanmıştı.


             ************
             17 Ağustos 2008 Yılında Yaptığımız Haber – Fotoğraf ve Yorumları Sizlerle Baylaşıyor ve Değerli Güzel İnsan Kaymakamımız Özgür Körükçü Allah’tan Rahmet Yakınlarına Allah’tan Sabırlar Diliyorum/ Bekir Akkaya/ 06 Nisan 2017/ Kumru

             KUMRU HABER (KUMRU.ORG)’DE 
YAPTIĞIM HABER 

           

 2006 yılından bu yana yaklaşık 2 yıldır Kumru Kaymakamı olarak görev yapan Kumru Kaymakamı Özgür Körükçü’nün Mersin’in Aydıncık İlçesi Kaymakamı olarak atanması nedeniyle Kumru Hanımeli Kafe’de bir veda yemeği düzenlendi.

          Veda yemeğine Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek’in yanı sıra bir süre Kumru’dan ayrılarak Şırnak’a atanan Jandarma Kıdemli Üsteğmen Murat Ayyarkan, Kumru Hakimi Mustafa İnanç, Kumru Cumhuriyet Savcısı ve çok sayıda davetli katıldı.Yemekte İl Genel Meclis Üyelerinden Hacı Emin Payat, Ak Parti İlçe Başkanı Hamza Karar, sivil toplum kuruluşları, tüm daire amirleri , muhtar, esnaf ve Kumru Kaymakamlık personeli hazır bulundu.
           

 Uğurlama yemeğinin ardından konuşmalar yapılarak Kumru Kaymakamı Özgür Körükçü’nün ilçemizden ayrılacak olmasından üzüntü duyulduğu ifade edildi. Belediye Başkanı Ticabi Civelek ve Fakirler babası olarak bilinen Beşir Öztekinci konuşmalarında “ iki yıldır ilçede yapılan başarılı çalışmalarda kaymakamımızın büyük destekleri olmuştur. İşlerin başlamasından bitirilmesine kadarki sürede bizlere hiçbir zorluk çıkarmamış, işlerimizi kolaylaştırmış ve bir çok faydalı işte desteğini bizlerden esirgememiştir. Huzurlarınızda kendilerine teşekkür ediyor, Yeni görev yeri olan Aydıncık’ta ve tüm hayatında mutluluk ve başarılar diliyoruz.” İfadelerini kullandı.

              Kurum amirlerinden, muhtarlardan ve veda yemeğine katılan konuşmacılar ise özetle : “ Kaymakamımız sayesinde verimli bir iki yıl geçirdik. Alışageldiğimiz ve alıştığımız bir çok davranışları kendilerinde görmedik. Hiç olumsuz bir durumla karşılaşmadık, hiç boş dönmedik, hiç kapıda bekletilmedik. Belki de bu huzurlu çalışma ortamından olsa gerek “kendileri de yaptıklarımızın ve çalışmalarımızın yanına ilave bir şey de istemedi. Biz biliyoruz ki kendilerini çok arayacağız. Ve hiçbir zamanda unutmayacağız.” Diyerek gideceği yerde başarı dilediler.
             

İlçemizden ayrılacak olan Kumru Kaymakamı Özgür Körükçü ise Kumru’dan, kurumlardan ve tüm çalışma arkadaşlarından memnun olduğunu ifade ederek “ iki yıldan bu yana Kumru’da Kaymakam olarak görev yaptım. Olumsuz bir durum hiç birimiz yaşamadık. Bir sıkıntı da görmedik. Bu ilçemiz Kumru’nun tüm kurum ve kuruluşlarının bir uyum içersinde çalışmasının bir sonucudur. Burada tüm kurumların, kurumlarda çalışan bireylerin ve Kumruluların da büyük bir payı vardır. Hepinize teşekkür ediyorum.” Dedi.

Daha sonra Kumru Hanımeli Kafe Adına Derya Yakışık Kaymakam Özgür Körükçü’ye teşekkür ederek “bizi hatırlamanız dileğiyle” diyerek bir hediye sundu.
             

Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek ise Kumru İlçesi adına Kumru’dan ayrılarak Aydıncık’a gidecek olan Özgür Körükçü’ye plaket takdim etti. Tüm davetlilerle tek tek vedalaşan Kumru Kaymakamı Özgür Körükçü Cumartesi günü Kumru’dan ayrılacak…Bekir AKKAYA/KUMRU HABER/KUMRU

           Bütün bu haberlerden sonra farkı fark edemeyenlerin mutlaka ……B. K. HABERİNİ OKUMALARINI TAVSİYE EDERİZ.” Yani farkı fark etmeye büyük ihtimal bir katkısı olur….

           

Biz Kumru Haber (Bekir AKKAYA)  olarak Kaymakamımızın şahsında Türkiye’nin olması gereken yüzünü gördük…Veda yemeğindeki konuşmalardan benim çıkardığım sonuç ise bütün kurumlar bu geleceğe şimdiden hazır olmalı. Hazır olmayanlar ise her yer ve mekanda eski alışkanlıklarını sürdürmeye niyetliler…

            Türkiye’de değişimden ve özgürlüklerden yana olanlar mutlaka kazanacak ve sonuçta Türkiye’de hak ettiği yere mutlaka ulaşacaktır. Statüden yana olanlar ve değişime direnenler yenilmeyecek ama kesinlikle kendilerini yenileyecek ve eski alışkanlıklarından vazgeçeceklerdir.
            Değerli Kaymakamımız Özgör Körükçü,Cumartesi günü ilçemizden ayrıldı. Gerçekten Kumru’nun ve Türkiye’nin sizin gibi ufku geniş olan insanlara çok ihtiyacı var…Yolun ve bahtın açık, hayatın gönlüne göre olsun…
                                    BEKİR AKKAYA/ KUMRU HABER/KUMRU

                                   KUMRU HABER’İN YAPTIĞI YORUM:


             KUMRU HABER DİYOR Kİ
              Bütün bu haberlerden sonra farkı fark edemeyenlerin mutlaka BODRUM KAYMAKAMI HABERİNİ OKUMALARINI TAVSİYE EDERİZ.” Yani farkı fark etmeye büyük ihtimal bir katkısı olur….
              Biz Kumru Haber olarak Kaymakamımızın şahsında Türkiye’nin olması gereken yüzünü gördük…Veda yemeğindeki konuşmalardan benim çıkardığım sonuç ise bütün kurumlar bu geleceğe şimdiden hazır olmalı. Hazır olmayanlar ise her yer ve mekanda eski alışkanlıklarını sürdürmeye niyetliler…
             Türkiye’de değişimden ve özgürlüklerden yana olanlar mutlaka kazanacak ve sonuçta Türkiye’de hak ettiği yere mutlaka ulaşacaktır. Statüküden yana olanlar ve değişime direneler yenilmeyecek ama kesinlikle kendilerini yenileyecek ve eski alışkanlıklarından vazgeçeceklerdir.
              Değerli Kaymakamımız Özgör Körükçü,Cumartesi günü ilçemizden ayrıldı. Gerçekten Kumru’nun ve Türkiye’nin sizin gibi ufku geniş olan insanlara çok ihtiyacı var…Yolun ve bahtın açık, hayatın gönlüne göre olsun…
                            BEKİR AKKAYA/KUMRU HABER/KUMRU
                Kumru tv’de Kumru Kaymakamı Özgür Körükçü’nün ilçemizden ayrılması nedeniyle yapılan haberin altına “Kumru” rumuzlu biri aşağıdaki yorumları yazmıştı. 

             

 ***GÜLE GÜLE GÜZEL İNSAN ****
               ** **TÜRKİYENİN ÖZLEMİNİ VE GELECEK DİYE BEKLEDİĞİ BİRİKİMLİ İNSANLARIN İDARECİSİ, 
             *****ÜÇÜNCÜ DÜNYA ÜLKELERİNİN KLASİK VE İNSANINI GÜDEN VE SÜREKLİ KURAL VE KAİDELERİNİ NOKTA VE VİRGÜLÜNE KADAR UYGULAYAN ANLAMSIZ UYGULAMALARININ AKSİNİ EN AZINDAN KİŞİLİĞİ VE BİRİKİMLİLİĞİ İLE ÇEVRESİNE YANSITAN…
            *****BİLİNEN VE BİLİNMESİ ARZU EDİLEN, YAŞANILAN VE YAŞANILMASI İSRARLA İSTENİLEN DAVRANIŞ KALIPLARININ AKSİNE BİR YAŞAMI ÖZERİNDE TAŞIYARAK BÜTÜN BİRİKİMİ İLE VE DERİNLİĞİ VE SESSİZLİĞİ İLE ÜZERİNDE TAŞIDIĞI HALDE ÇOK YAKININDAKİLERLE BİLE PAYLAŞAMAMANIN YALNIZLIĞINI TAŞIYAN BİRİ…

             ****ANLAMAYANLARA VE ANLATILSA DA KAVRAMAYANLARIN YANINDA KONUŞMAMAYI TERCİH EDEREK KURU VE SIĞ İNSANLARIN “NE BİÇİM K…” DEDİKLERİ KÖKÜ ÇOK DERİNLERDE BİR DAHİ…

           ******YÜZSÜZLERİN YÜZ BULAMADIKLARI, İŞGÜZARLARA FIRSAT TANIMAYAN VE ONLARIN TEK HARFİNDEN BİLE MAKSATLARINI ANLAYIP YALAKALARINA FIRSAT VERMEYEN…

           *****ŞOW MERAKLILARININ VE INCIK BONCUK PAZARLAMACILARININ HİÇ HOŞLANMADIKLARI BİR İNSAN…
VE…BİR GÜZEL KAYMAKAM BİZİM KUMRUYA DA GELMİŞTİ DEYECEĞİZ…

         

 *****HAYATIN BOYU MUTLULUKLAR VE YOLUNUZ AÇIK OLSUN DİYORUZ…

          BİZİ TANIMANIZA GEREK YOK..EMİN OL SİZİ ÇOK SEVİYORDUK GÜZEL İNSAN…KUMRULU

****************

BEN ŞAHİTLİK EDİYORUM Kİ İYİ İNSANDI…
HAKKIM HELAL OLSUN
ALLAH RAHMET EYLESİN , MEKANI CENNET OLSUN
YAKINLARINA ALLAH SABIRLAR VERSİN
BEKİR AKKAYA/ 06 NİSAN 2017 /KUMRU

**********Sitemizde yayınlanan yazı, fotoğraf ve dokümanlar başka bir site ya da dergi-gazetede yayınlanacaksa önceden yazılı izin gerektirir. Sitelerimizde yayınlanan diğer doküman veya belgeler , kaynak gösterilmek ve sitesinin ilgili sayfasına link verilmek koşuluyla yeniden yayınlanabilir.Bekir AKKAYA/2000 **********