BİR İMAM HATİPLİNİN NOT DEFTERİ -3 / BEKİR AKKAYA

Bir İmam Hatipli olarak 1977 yıllarında tuttuğum notları not defterimden sayfa sayfa sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. “Kırık Hançer” Yılmaz Boyunağa’nın bir romanının adı. Romandan bazı cümleleri de not defterime taşımışım.
“Türkler Musevilik ve Hıristiyanlık dururken, bunları bildikleri halde neden milli inançları olan Şamanizm’i terk ederek büyük çoğunluk halinde Müslüman oldular?”
Yılmaz Boyunağa Kırık Hançer kitabında bu soruya şöyle cevap veriyor. Türklerin Müslüman olmalarının asıl sebebi, İslamiyet’in ilahi ve bütün insanlığa ve kainata hitap eden bir din olmasından dolayı Müslüman olmuşlardır.” Ve Türkler onuncu yüzyıl sonlarında Müslüman olmuşlardır.
Yine aynı kitaptan Tevrat’la ilgili şu bilgileri notlarıma almışım.
Tevrat; Hz. Süleyman dan sonra gelen 24 kadar Yahudi hükümdarlarının çoğu Haz. Musa’nın dinini terk etmişlerdir. Bu hükümdarlardan biri tekrar Musa’nın dinine dönmüş ve bunun zamanında, yani bundan 1600 sene kadar önce Azra adlı bir kahin, Tevrat’ın asıl nüshasını Kudüs’te bulup meydana çıkardığını ilan etmiştir. Bugünkü Tevrat işte budur.
Bu nüshalar çoğaltıldı. Şimdi elde bulunan Tevrat Hz. Musa’ya gelmiş Tevrat değildir. Sonradan çeşitli insanlar tarafından yazılmış bir çok harfleri, iftiraları içine alan bir mecmuadır. İçinde asıl Tevrat’tan parçalar ve kısımlar da vardır.
Tevrat’ın aslı kaybolmuştur. Yahudiler Tevrat’ı da İncil’i de değiştirdiler. Kendi menfaatlerine uyan yazılar yazdılar.
***************
“Kırık Hançer” romanından aldığım notlar bunla da sınırlı olmamış. İncil’le ilgili şu bilgileri de bu romandan şöyle almışım.
İncil; Bugün elimizde var olan İncil’inde asıl ve hakiki nüshası yoktur. Hıristiyan’ların elinde bulunan ve Ahdi Cedid adını taşıyan kitaplar Hz. İsa’ya Allah tarafından inmiş olan İncil değildir.
İsa’dan sonra çeşitli insanların yazmış olduğu kitaplardır.
****************
“Az yaşa çok yaşa, akıbet gelir başa. “
*************
Şimdide aynı romandan Peygamberimiz Hz. Muhammet’ten Sözler başlığı ile şu sözleri not etmişim.
“Yabancı kadına şehvetle bakan kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra cehenneme atılacaktır.”
“Komşu kadınlara ve arkadaşların hanımlarına şehvetle bakmak, yabancı kadınlara bakmaktan on kat daha günahtır.”
“ Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha günahtır.”
Zina günahları da böyledir.
“Evlenen dinin yarısını korumuştur.”
“Bir kimse gusül abdesti alması gerek durumda gusül abdesti almadan bir namaz vakti geçse, o kimseye ateşten gömlek giydirilecektir.”
“İçki ile iman bir yerde durmaz. İçki içince iman çıkacaktır.”
Hz. Osman Diyor ki;
“ Allah’a yemin ederim ki, bir kimse eline içki alıp içerken iman, o içkiye derki; -Hey Lanet! Dur! Ben çıkayım da, ondan sonra sen gir.”
Peygamberimiz : “ Her kim üzerindeki elbiselerinde haramdan bir tel iplik olsa, o elbise ile kılınan namaz ve yapılan dualar kabül olmaz.”
“Dostluk ve düşmanlık Allah rızası için olmalıdır.”
“Sana gelmeyene gitmem, seni mahrum edene vermem, sana luzum eden af etmem.”
“Akraban kesse bile, onlarla ilgini kesme.”
Allah sizin üç şeyinizi hoş görmez. Dedi-kodu, mal israfı ve lüzumsuz soru.”
“Bizi kandıran bizden değildir.”
Hz. Aişe Anamız Ben Peygamberden işittim:
“Ezan okunurken iş işlemek dinde noksanlıktır.”
“Her kim ezan sesini işittiği zaman müezzinle birlikte hafif okursa, her harfine bin sevap verilir.” Bin günahı mahvolur.”
Bu notların Kaynağı: Kırın Hançer-Roman-Yılmaz Boyunağa…
Ben bu notları 01.03.1977 tarihinde almışım.
******************
“Ahmet Günbay Yılmaz’ın Çiçekler Susayınca adındaki kitabından aldığım notların başlığı “Güzel Sözler” adını taşıyor. İşte o notlarım.
Güzel Sözler:

“Güzel söz yılanı ininden, kötü söz insanı dininden çıkarır.”

“ İmandır o cevher ki ilahi ne büyüktür.
İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”. Mehmet Akif.

“ Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için.”

“İnsanın suratına değil siretine…Kalıbına değil, kalbine…Malına değil, ameline…İbadet, ile beliren haline bakarım…”-Kuran-ı Kerim

“Dünya insanlarla şeref bulmuştur. İnsanın şerefli oluşu ruh iledir. Ruhun akıl ile…Aklın ilimle…İlmin amel ile…Amelin de şerefli olduğu İman ve İhlas iledir.”

“Kalpte Allah korkusu olacak, şeytan tortusu değil.”

“İman insanı insan eder.
İnsan değil belki sultan eder.”

“Bir kimse de kin varsa, o kimse de din yoktur.” –Hadis

“Gülü gül yapan yanındaki dikenidir.
İnsanı insan yapan, kalbindeki imanıdır.”

“Edepsizlikte tekleriz
Kimi görsek etekleriz
Hem de Allah’tan yardım bekleriz.
Ne utanmaz köpekleriz.”

“Allah’a dayan saya sarıl hükmüne ram ol
Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.” –Mehmet Akif

“Gök cisimlerini ve güneş manzumesini düzenleyen ve kâinatı idare eden gücü tesadüfe bağlamak imkansızdır.” – Laplace

“Kar yağmadık kış, hal gelmedik baş olmaz.”

“Kul darda kalmayınca, Hızır yetişmez.”

“Nefret, cehaletin gözlere çektiği kapkara perdedir.
Sevgi ise, gönülden gönüle yansıyan bir aynadır.”

“Çalıştır kafanı, al nafakanı.”

“Acı sirkenin zararı küpüne olur.”

“Okşayan eli ısıranlar, tekmeleyen ayağı öperler.”
Bu notları Ahmet Günbay Yılmaz’ın kitabından 05.04.1977 tarihinde almışım.
***************
Bu aldığım notlar notların ötesinde bir İmam-Hatiplinin o yıllarda hangi tür kitapları okuduğunu da göstermektedir. Biz o yıllarda tüm arkadaşlarımız bulduğumuz her türden kitabı okurduk. Bütün arkadaşlarımız kitaba önem verirler ve bütün öğretmenlerimiz bizleri girdikleri derslerde kitap okumaya yönlendirirlerdi. Dersimize giren öğretmenlerimiz tavsiye ettiği kitaplar genelde kendi düşüncelerini de ortaya koymuş olurdu. İleride öğretmenlerimizin bizlere tavsiye ettiği kitapları da burada yazacağım.
****************
Biz aldığımız notları paylaşmaya devam edelim. Şimdi ise Metmet Birgül’ün Mutluluk Yolu Romanından aldığım notları sizlere sunmak istiyorum. “MUTLULUK YOLU” KİTABININ ARKA KAPAĞINDA YAZILANLAR “ Akıllı insan, doğruyu eğriden, iyiyi kötüden ayıran kimsedir. O geleceğini düşünür. Hayattan çok şey beklemez. Hırslarını ve arzularını dizginlemesini bilir. Başkaları ve kendisi için zararlı olabilecek şeylerden çekinir…Millet yararına sanat için, canını bile feda eder.
(İyiler dururken, neden kötüler? Aydınlıklar dururken, neden karanlıklar? Kardeşlik varken niçin düşmanlıklar? Merhamet dururken neden gaddarlıklar?
“Ne acayiptir o kimse ki, ahireti tasdik ettiği halde sırf dünya için çalışır. Dünya insan tabiatının meylettiği bir yeşilliktir. Allah sizi oraya bıraktı…Nasıl amel işleyeceğinize bakıyor.
*****************
Mutluluk Yolu Kitabının arkasında bu yazıları notlarım arasına aynen yazmışım. Şimdi ise kitaptan aldığım diğer notlar şöyle.
“İnsanlar parayla değil, kendi iyi ve kötü meziyetleri ile değer kazanır.”
“İnsanların en güzel anlaştıkları ortam, telaşsız oldukları andır.”
Zulüm: Eza, cefa zulüm olduğu gibi: Kendisine çay ısmarlayıp, kapıcısına uzaktan baktırmak zulümdür. Her hangi birine kötü söz söylemek zulümdür. İşçinin parasını bekletmek zulümdür.
“İnsanların dünyasında, onlarda değer ölçüsü, fakirlik, zenginlik, çirkinlik, güzellik, zencilik ve beyazlılıkla olmaz. İnsanın insandan üstün olması için, takvaca üstün olması lazımdır. Takva sahibi olanlar zulüm yapamazlar. Zulüm edenden hoşlanmazlar. Yolu şaşırmışlara yol gösterirler.”
“İyi bir iman olmayınca Allah’tan haya da olmaz.”
“İyi insan numune görmeyince kötülüğüe saplanır.”
“Cemiyette nasıl hareket edileceğini bilmeyen kötü insandır.”
“Akıntıda balık durmaz.”
***************
Soru : Japonya yakın tarihte büyük bir zaiata uğradı. Harpten çıktığı halde büyüklere baş kaldıracak kadar ileri bir merhale kat etmiş durumdadır. Bunun sebebi nedir?
Cevap: Onların inançlarının ruhu, İslam kabuğu Budizim olduğu için, Japonlar bugün, teolojik din devriyle, pozitif ilim devrinin her ikisini beraber yaşatan bir millet olduğu için, böyle baş döndürücü bir hızla ilerlemesini bilmiştir.
****************
Hayatın Temel Prensibi üçtür:
1. İlim
2. İbadet
3. Karşılıksız sevgi
**************
“Kurtarılmaya muhtaç olanlar kimseyi kurtaramazlar.”
“Cemiyetle kendini sorumlu tutabilmek için insan, kâmil olmak lazımdır.”
“Eğer Lenin-Mao bir an için kendilerini unutup halkın yerine koysalardı,
Komünizm rejimi gibi zalim ve gaddar bir rejim ihdas etmezlerdi.”
“İki günü müsavi olan aldanmıştır.”
“Uzlet kuvvetlilere vatan, zayıflara gurbettir.”
“Para, kadın veya erkek gösteriş için istenilen geçici ve aldatıcı şeylerdir.”
“Cemiyet ayakta durabilmesi için, cemiyeti meydana getiren kişilerin, inançta, yaşayışta, gayede, ızdırapta ve refahta birleşmeleri lazımdır.”
“İyi bir hanım sosyaldir. Umumun metağı değil, terk ferdin sefiğidir.”
“Plansız hiçbir şey yürümez.”
“Her şey yerinde olduğu zaman güzeldir.”
Akıllı kimse, doğruyu eğriden, iyiyi kötüden ayıran kimsedir.”
“Dünya bütün fikir adamlarını birleştirse gerçek eşitliği sağlamak için yapacağı müeyyideler, İslam inancının getirdiği düsturlardan daha müessir olamaz.”
***************
“Örtü kadının ziynetidir. Kadın ailenin müvesidir.”
“Kadının örtülmesi ağırbaşlılığının, hürmete layık olmanın ifadesidir. Örtü kadının ziynetidir. Süsüdür.”
“Bayanlar ince ruhludur. Küçük bir şeyle mutlu olurlar, küçük bir şeyle bedbin olurlar.”
“Evi yıkan da kadın, yapan da kadındır. Cemiyeti memur hale getiren de kadın, öldüren de kadındır.”
Büyük Devlet Adamı BİSMARK : “ Bütün dinleri tetkik ettim. Gördüm ki bir aileyi idare edecek kuvvete sahip değiller. Ancak İslam Dini dünyayı idare edecek kuvvete sahiptir..”
Kaynak: Mutluluk Yolu-roman-Mehmet Birgül
Benim bu notları aldığım tarih 08.04.1977 tarihidir.
**************
Bu notların hemen altına şu notu ilave etmişim. Semuel Smıles’in “Kitapların Arkadaşlığı” yazısından şu notu almışım. Semuel Smıles Diyor ki; “Kitap okurken mutlaka şu yolu takip edin.
1. Yeni çıkan bir kitabı bir yıl geçmedikçe okumayın.
2. Ün yapmış kitaplardan başka kitap ta okumayın.
3. Yalnız hoşlandığınız kitapları okuyun.

Bu notları

İkinci notlarımın sonu…
Bu yazı devam edecek…
Bekir AKKAYA/KUMRU/08.06.2008

KUMRUNUN TARİHİ/BEKİR AKKAYA

Kumru tarihinin Fatsa ve Ünye ile çok yakın ilgisi vardır. Fatsa’nın bilinen tarihi M.Ö. on bin yılına kadar indiği çeşitli araştırmalarla tespit edilmiştir. Fatsa ve Ünye’de deniz sahiline iniş M.Ö. üç bin yılında gerçekleşmiştir. Sahildeki insanların sıtma hastalığına yakalanması, insanların yüksek kesimlerde (yayla) yerleşmeye yol açmıştır. M.Ö. 1270 Yıllarında Ünye bir sömürgedir. M.S. 395’te Doğu Roma İmparat
orluğunun sınırları içersindedir. Son olarak ta Selçuklular 3. Alparslan zamanında Türklerin eline geçmiştir.

Fatsa, Pontos Krallarından Farnakas tarafından kurulmuştur.

2.Farnakes’ten sonra bu bölgede ayrı bir sülaleden gelen Polemen hükümdarlık yapmıştır. Polemen devrinde Fatsa’dan, Trabzon’a kadar uzanan sahil kısmıyla içerde Tokat ,Niksar ve Kumru Bölgelerini kaplayan bu sahaya Polamonyak(Pont Polamonyak Devleti) adı verilmiştir.

Kumru ve Fatsa çevresi M.Ö. 584-555 yıllarında Pers’lerin elinde kalmıştır. Pers’lerin en büyük özelliği ateşe tapmalarıdır. Bu ateşe tapanlara(ateşgete) denilmektedir. Çevrede en büyük tapınaklarını Sakarat ve Yalman tepelerine yapmışlardır. Esas itibarıyla M.Ö. 555 yılında bölgeye Pers’ler hakim olmuştur. İskender, M.Ö. 344 yılında Anadoluya geçti. Anadolu, Suriye, Mısır ve Filistin topraklarını ele geçirdi.
İran üzerine yürüyen İskender Erbil civarındaki Gavgamada Savaşı’nda Kadamanus’u tam bir hezimete uğratarak M.Ö. 331 yılında Pers Devleti’ni tarih sahnesinden silmiş oldu. Karadeniz sahil siteleri de İskender’in hakimiyetini kabul ettiğinden, Kumru çevresi de Pont Devleti’nin hakimiyeti altına girmiş oldu. Pont Krallığının çeşitli değişikliklerine de maruz kalan bu bölge üç asra kadar yine bu krallıkla idare edilmiştir.1.Polamon’un hükümet merkezini Fatsa’dan biraz doğuya kaydırarak bugünkü Bolaman’a yerleşmesiyle idareye devam etmiştir. (M.Ö.42-8)

Romalılar Anadolu’ya tamamen hakim olduktan sonra, Anadolu, Galatya, Polamonyak ve Kapadokya pontu adlarıyla üç pont bölgesi kurdular. (M.S.70) Birleştirilen bu pontlara Sivas’tan sonra Trabzon merkezlik yaptı. Pontlar bir genel valinin idaresinde 11 vilayete ayrılmak suretiyle, idare edilmeye çalışılmış, üç asır kadar devam eden bu yönetim, Kumru ve çevresinin de o devirde maruz kaldığı yönetimlerden birisi olmuştur. Bu toprakların, Polamonyak Dukalığı adı altında idare edilmesi, Anadolu’nun Doğu Roma Devleti topraklarına katılma tarihi olan M.S. 395 yılına kadar devam etmiştir.M.S. 391 yıllarında Orta Asya’dan Anadolu’ya büyük göçler halinde gelen Peçenek ve Kuman Türkleri Kumru ve çevresine yerleşmişlerdir.

Hıristiyanlığın Anadolu’ya yayılmasıyla bu bölgede oturan halk çeşitli tesirleri altında kalarak Hıristiyanlığı kabul etmiş, buna bağlı olarak Kumru ve çevresinde de bir çok kilise inşa edilmiştir. Bu durum Savlı Bey’in 1075 yılında Samsun’dan Girasun’a kadar olan bölgeyi feth etmesiyle son bulmuştur. Kumru’nun

Da içinde bulunduğu bölge uzun süre Türkmen boylarının halkı tarafından şenlenmiştir.

1104 yılında Bizans Kıralı Aleksius bu bölgeye yürüdü. Danişmed Ahmet Gazi Niksar’dan Şebinkarahisar üzerine doğru yola çıktı. Burada şiddetli bir savaşa girildi. İsmail Gazi’de Amasya’dan ayrılarak

Kumru çevresinde Bizanslılarla karşı karşıya gelerek içeri bölgelere girmesini önledi. Daha sonra İltekin Gazinin taktikleriyle Kumru ve çevresi Danişmentlilerin topraklarına katılmıştır.

İsmail Gazi’nin bölgeden ayrıldığını anlayan ve dağılan Bizans ordusu tekrar bölgeyi ele geçirdiler.

İçeri bölgeye girmeye cesaret edemediler ve bu kez Ünye’yi ele geçirdiler. 1. Kılıçarslan Kumru ve Ünye çevresini tekrar Türk topraklarına kattı. Bölge tamamen Türkmenler tarafından yerleşme sahaları yapılmış,

Buralarda oturanlar Oğuz Boyları oymakları arasında erimişlerdir. (1142-1164) yılları arasında Ünye’den Fatsa’ya kadar uzanan sahil şeridiyle Kumru ve çevre bölge Türk boylarının elinde kalmıştır. Danişmed Devletinin zayıflamasından sonra Anadolu Selçuklu Sultanlarından 2. Kılıçarslan Sivas’ta hükümdarlığını ilan etmiş ve 1178 tarihinden itibaren bütün topraklar 2. Kılıçarslannın idaresi altına girmiştir.

Selçuklu Devletinin Köse Dağı savaşından sonra Anadoluda gücünü kaybetmesi üzerine bir çok beylikler türemiştir. Sivas, Canik, Tokat ve Erzincan topraklarında da bir çok beylikler oluşmuştur. Bu karışık durumda Sivas ve çevresi (1327-1380) yılları arasında önce Eratna Beyliğine sonra Kadı BURHANETTİN Devleti zamanında Kadı Burhanettin’in idaresine geçmiştir. Önceden kurulan Tacettin BEY Ordu topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmiş, bu durum uzun sürmemiştir. Hacı Emir Oğullarından Süleyman Bey 1389 yılında Tacettin Bey’i yenerek Kumru ve çevresini idaresi altına almıştır. Süleyman Bey’e Girasun Fatihi de denilir.

Yıldırım Beyazıt 1398 yılında Sivas, Canik(Samsun) VE Ordu topraklarına girerek bu bölgeleri Osmanlı topraklarına katmıştır. Kumru bölgesinin kesin Osmanlı topraklarına katılışı 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanına raslar. Fatsa , dolayısıyla Kumru 1921(1337) yılında Samsun Sancağından ayrılarak müstakil Ordu Livasına bağlanmıştır.

Kumru’nun bilinen ilk idari teşkilatı, Trabzon Vilayeti Samsun Sancağı, Bugünkü Yalnızdam Köyü merkez olmak üzere “Nefs-i Serkeş Kadılığı”dır. Cumhuriyet devrinde Fatsa ilçe olduktan sonra 1926 yılında Fatsa’ya bağlanmıştır. Aynı yıl Kumru nahiye olmuştur. 1957 yılında belediye olan Kumru ilçesi , Karacalı Köyü merkez olmak üzere 7033 sayılı kanun gereğince 1 Nisan 1960 yılında ilçe olmuştur.

Kumru.14.08.1999.Bekir.Akkaya

KUMRU’NUN TARİHİ /Bekir AKKAYA

Kumru tarihinin Fatsa ve Ünye ile çok yakın ilgisi vardır. Fatsa’nın bilinen tarihi M.Ö. on bin yılına kadar indiği çeşitli araştırmalarla tespit edilmiştir. Fatsa ve Ünye’de deniz sahiline iniş M.Ö. üç bin yılında gerçekleşmiştir. Sahildeki insanların sıtma hastalığına yakalanması, insanların yüksek kesimlerde (yayla) yerleşmeye yol açmıştır. M.Ö. 1270 Yıllarında Ünye bir sömürgedir. M.S. 395’te Doğu Roma İmparatorluğunun sınırları içersindedir. Son olarak ta Selçuklular 3. Alparslan zamanında Türklerin eline geçmiştir.

Fatsa, Pontos Krallarından Farnakas tarafından kurulmuştur.

2.Farnakes’ten sonra bu bölgede ayrı bir sülaleden gelen Polemen hükümdarlık yapmıştır. Polemen devrinde Fatsa’dan, Trabzon’a kadar uzanan sahi
l kısmıyla içerde Tokat ,Niksar ve Kumru Bölgelerini kaplayan bu sahaya Polamonyak(Pont Polamonyak Devleti) adı verilmiştir.

Kumru ve Fatsa çevresi M.Ö. 584-555 yıllarında Pers’lerin elinde kalmıştır. Pers’lerin en büyük özelliği ateşe tapmalarıdır. Bu ateşe tapanlara(ateşgete) denilmektedir. Çevrede en büyük tapınaklarını Sakarat ve Yalman tepelerine yapmışlardır. Esas itibarıyla M.Ö. 555 yılında bölgeye Pers’ler hakim olmuştur. İskender, M.Ö. 344 yılında Anadoluya geçti. Anadolu, Suriye, Mısır ve Filistin topraklarını ele geçirdi. İran üzerine yürüyen İskender Erbil civarındaki Gavgamada Savaşı’nda Kadamanus’u tam bir hezimete uğratarak M.Ö. 331 yılında Pers Devleti’ni tarih sahnesinden silmiş oldu. Karadeniz sahil siteleri de İskender’in hakimiyetini kabul ettiğinden, Kumru çevresi de Pont Devleti’nin hakimiyeti altına girmiş oldu. Pont Krallığının çeşitli değişikliklerine de maruz kalan bu bölge üç asra kadar yine bu krallıkla idare edilmiştir.1.Polamon’un hükümet merkezini Fatsa’dan biraz doğuya kaydırarak bugünkü Bolaman’a yerleşmesiyle idareye devam etmiştir. (M.Ö.42-8)

Romalılar Anadolu’ya tamamen hakim olduktan sonra, Anadolu, Galatya, Polamonyak ve Kapadokya pontu adlarıyla üç pont bölgesi kurdular. (M.S.70) Birleştirilen bu pontlara Sivas’tan sonra Trabzon merkezlik yaptı. Pontlar bir genel valinin idaresinde 11 vilayete ayrılmak suretiyle, idare edilmeye çalışılmış, üç asır kadar devam eden bu yönetim, Kumru ve çevresinin de o devirde maruz kaldığı yönetimlerden birisi olmuştur. Bu toprakların, Polamonyak Dukalığı adı altında idare edilmesi, Anadolu’nun Doğu Roma Devleti topraklarına katılma tarihi olan M.S. 395 yılına kadar devam etmiştir.M.S. 391 yıllarında Orta Asya’dan Anadolu’ya büyük göçler halinde gelen Peçenek ve Kuman Türkleri Kumru ve çevresine yerleşmişlerdir.

Hıristiyanlığın Anadolu’ya yayılmasıyla bu bölgede oturan halk çeşitli tesirleri altında kalarak Hıristiyanlığı kabul etmiş, buna bağlı olarak Kumru ve çevresinde de bir çok kilise inşa edilmiştir. Bu durum Savlı Bey’in 1075 yılında Samsun’dan Girasun’a kadar olan bölgeyi feth etmesiyle son bulmuştur. Kumru’nun

Da içinde bulunduğu bölge uzun süre Türkmen boylarının halkı tarafından şenlenmiştir.

1104 yılında Bizans Kıralı Aleksius bu bölgeye yürüdü. Danişmed Ahmet Gazi Niksar’dan Şebinkarahisar üzerine doğru yola çıktı. Burada şiddetli bir savaşa girildi. İsmail Gazi’de Amasya’dan ayrılarak

Kumru çevresinde Bizanslılarla karşı karşıya gelerek içeri bölgelere girmesini önledi. Daha sonra İltekin Gazinin taktikleriyle Kumru ve çevresi Danişmentlilerin topraklarına katılmıştır.

İsmail Gazi’nin bölgeden ayrıldığını anlayan ve dağılan Bizans ordusu tekrar bölgeyi ele geçirdiler.

İçeri bölgeye girmeye cesaret edemediler ve bu kez Ünye’yi ele geçirdiler. 1. Kılıçarslan Kumru ve Ünye çevresini tekrar Türk topraklarına kattı. Bölge tamamen Türkmenler tarafından yerleşme sahaları yapılmış,

Buralarda oturanlar Oğuz Boyları oymakları arasında erimişlerdir. (1142-1164) yılları arasında Ünye’den Fatsa’ya kadar uzanan sahil şeridiyle Kumru ve çevre bölge Türk boylarının elinde kalmıştır. Danişmed Devletinin zayıflamasından sonra Anadolu Selçuklu Sultanlarından 2. Kılıçarslan Sivas’ta hükümdarlığını ilan etmiş ve 1178 tarihinden itibaren bütün topraklar 2. Kılıçarslannın idaresi altına girmiştir.

Selçuklu Devletinin Köse Dağı savaşından sonra Anadoluda gücünü kaybetmesi üzerine bir çok beylikler türemiştir. Sivas, Canik, Tokat ve Erzincan topraklarında da bir çok beylikler oluşmuştur. Bu karışık durumda Sivas ve çevresi (1327-1380) yılları arasında önce Eratna Beyliğine sonra Kadı BURHANETTİN Devleti zamanında Kadı Burhanettin’in idaresine geçmiştir. Önceden kurulan Tacettin BEY Ordu topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmiş, bu durum uzun sürmemiştir. Hacı Emir Oğullarından Süleyman Bey 1389 yılında Tacettin Bey’i yenerek Kumru ve çevresini idaresi altına almıştır. Süleyman Bey’e Girasun Fatihi de denilir.

Yıldırım Beyazıt 1398 yılında Sivas, Canik(Samsun) VE Ordu topraklarına girerek bu bölgeleri Osmanlı topraklarına katmıştır. Kumru bölgesinin kesin Osmanlı topraklarına katılışı 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanına raslar. Fatsa , dolayısıyla Kumru 1921(1337) yılında Samsun Sancağından ayrılarak müstakil Ordu Livasına bağlanmıştır.

Kumru’nun bilinen ilk idari teşkilatı, Trabzon Vilayeti Samsun Sancağı, Bugünkü Yalnızdam Köyü merkez olmak üzere “Nefs-i Serkeş Kadılığı”dır. Cumhuriyet devrinde Fatsa ilçe olduktan sonra 1926 yılında Fatsa’ya bağlanmıştır. Aynı yıl Kumru nahiye olmuştur. 1957 yılında belediye olan Kumru ilçesi , Karacalı Köyü merkez olmak üzere 7033 sayılı kanun gereğince 1 Nisan 1960 yılında ilçe olmuştur.

Kumru.14.08.1999.B.Akkaya